7 Ocak 2013 Pazartesi

Ölüm... Düğün... Ebediyet...


- Hasan, seni bekliyordum.

+ Beni mi bekliyordun?

- İntikâlime şahit olman için.

+ Neden ben? Ben ölümden çok korkarım

- Muhakkak... Eğer bebeğe zifiri karanlıkta anne karnında şöyle denseydi: “Dışarıda ışığın dünyası var... Yüksek dağları... Muntazam denizleri... Engebeli düzlükleri... Çiçek açan muhteşem bahçeleri... Nehirleri... Yıldızlarla dolu seması... Ve parlayan güneşiyle... Ve sen tüm bu ihtişâma rağmen, burada karanlıklar arasındasın…”
Doğmamış sabî, bu ihtişam hakkında hiç birşey bilmez ve hiç birine inanmazdı. Tıpkı bizim ölümle karşılaşmamız gibi. Bunun içindir ki, korkuyoruz.

+ Fakat ölümün içinde nur, ışık olamaz. Çünkü o, her şeyin sonudur.

- Bidâyeti olmayan şeyin, nihâyeti nasıl olur? Hasan, evladım, düğün gecemde mahzun durma.

+ Düğün gecen mi?

- Evet, ebediyet ile nikâh gecem. Vakit geldi... Şimdi beni yalnız bırak. Sonra vücudumu kumla örtmek için dön…


(Bab'Aziz filminden alıntıdır)

Hiç yorum yok: