Teknokentler,
bir üniversite bünyesinde, araştırma kurumlarının ve sanayi kuruluşlarının aynı
ortam içerisinde araştırma, geliştirme ve inovasyon çalışmalarını
sürdürdükleri, katma değerli ürünler ortaya çıkardıkları, birbirleri arasında
bilgi ve teknoloji transferi gerçekleştirdikleri; akademik, ekonomik ve sosyal
yapının bütünleştiği organize bir araştırma ve iş merkezleridir. Bilime,
sanayiye, kalkınmaya ve teknolojiye dair ne ararsanız bu yapıların içinde
bulabilirsiniz.
Dünya’da kuruluş tarihleri elli yılı bulan Teknokentler, 1989
yılından itibaren Türkiye’de de kurulmaya başlanmış, günümüzde ise aktif
Teknokent sayısı 40'a yaklaşmıştır. Teknokent ya da başka bir deyişle
Teknoparkların bünyesindeki firmaların toplam ciroları 8 milyar lirayı
aşmaktadır. Bu açıdan baktığımızda ekonomi ve kalkınmanın da bir lokomotifi
konumunda bulunmaktadırlar. Türkiye'nin ilk Teknokenti olan ODTÜ Teknokent ise
en fazla ihracat ve ciro yapan merkez… ODTÜ Teknokent’te, yıllık 260 milyon
dolarlık ihracat gerçekleştiriliyor. Denizli’de ise Pamukkale Teknokent’in
kurulması 2007 yılında onaylanmış ve 2010 yılında itibaren de ilk firmalarını
kabul etmeye başlamıştır. Şu an 100’e yakın firma Pamukkale Teknokent’te
faaliyet göstermekte olup hem Denizli’nin hem de Türkiye’nin kalkınması ve
ekonomik gidişatına pozitif yönde fayda sağlamaya devam etmektedir.
İnovatif düşün, yenilikçi ol…
Teknokent’lerde
yer alabilmek ve sunduğu imkanlardan yararlanmak için bir fikrinizin olması
yeterli diyebiliriz. Kısaca Ar-Ge’nizi yapmalı, fikrinizi projelendirmeli ve
bunu temellendirerek savunmasını yapmalısınız. Bu aşamaları geçtiğiniz takdirde
bir iş yeri sahibi olmak ve teknoloji transferleri sağlamak hiç de zor değil.
Mesela, teşvik noktasında, 4691 no’lu Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile
Teknokent bünyesinde faaliyet gösteren girişimci firmalara, çeşitli alanlarda
vergi ve KDV muafiyeti avantajı sağlanmaktadır. Böylece bu teşvikler
aracılığıyla, “ileri teknoloji üreten ve kullanan, ülke ekonomisine daha yüksek
katma değer ve istihdam sağlayan, uluslararası rekabet gücü yüksek firmaların
oluşumu desteklenmektedir. Buna paralel olarak bölgede çalışan firmaların
yazılım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları; kurumlar
vergisinden, bölgede çalışan araştırmacı, yazılımcı ve Ar-Ge personelinin bu
görevleri ile ilgili ücretleri her türlü vergiden, Sigorta Primi Desteği
olarak, ücreti gelir vergisinden istisna tutulmaktadır.
Bütün bu
avantajlar ve sağlanan destekler elbette ülke sathında girişimci ruhun,
teknolojik üretimin, buluş-patent sayısının artmasını da beraberinde getirmesi
gerekiyor. Fakat bu konuya biraz yabancı kaldığımız için ya da “ne sütü içeyim
ne de yoğurdu üfleyerek yiyeyim” mantığından kurtulamadığımızdan ilerleme
sağlanamıyor. Bu durum da ister istemez ekonomik kalkınma ve buluş-patent
ikilisinin düşük oranlarda gerçekleşmesine yol açıyor. Örnek verecek olursam; 2011
yılında Teknokentler’den çıkan patent sayısı 153, aynı yıl Japonya’da
üniversitelerin ürettiği patent sayısı ise 197.594… TPE verilerine göre de 2014
yılında patent başvuru sayısı 4.857 olarak yer almaktadır. Hâlâ yeterli bir
sayıya maalesef ulaşılamamıştır. Bu durum, tescil-tasdik sürelerinin uzun
sürüyor olması ve Teknokentlerin ülkemizde ne denli bir buluş mekanı olduğunun henüz
yeterince bilinmemesi ve merak edilmemesinden ileri geliyor… İlinizdeki Teknokentleri
merak edip ziyaret ederseniz, en azından “burada neler oluyor, neler yapılıyor”
diye bilgi alırsanız, girişimci ruhunuz ve fikriniz ‘hayat suyu’ ile yeşerecektir;
buna emin olun.
Yatırımda kuşak çatışması mı?
Bir de Türkiye’deki
iş hayatında genel olarak birinci kuşak sermayeyi koymuş, ikinci kuşak bu
sermayeyi kaybetmemeye ve kendi çapında hacmini katı sınırlarla çizerek genişletmeye
çalışmıştır. Üçüncü kuşak ise birinci ve ikinci kuşağa kendini ispat noktasında
girişimci ruhunu, kazanım ve kârı yüksek yatırımlara yönlendirmeye
çalışmaktadır. İkinci kuşak, ticari noktada muhafazakâr ve tutucu (geleneksel)
bir iş modelini benimsediğinden, eldekini tutmaya ve ürün almaya-stoklamaya
gitmiş ve “bir yardım-destek-teşvik-hibe varsa işin içinde mutlaka bir iş
vardır. Kim kime yatırım için geri ödemesiz maddi aktarım yapar ki?..”
düşüncesiyle aslında çoğu imkanı gözden kaçırmıştır.
Vakit,
üzerimizdeki ölü toprağını silkeleme ve hedefe net bir şekilde kilitlenerek
2023 hedeflerine yönelme vaktidir.
Unutmayın, yatırım sadece bir
şirketin-firmanın yatırımı değil; ülkenin kalkınmasına, Ar-Ge’sine, bilim,
sanayi ve teknolojisine yapılan katma değerli ve herkesin-her kesimin kazandığı
bir sistemler bütünüdür. Büyük devlet ve ekonomisi güçlü devlet olmanın yolu da
buradan geçmektedir. O yüzden şu sözümü hatırlatıyor ve not ediyorum: “Pazarola
hayrola…”