Hepimizin hayalleri var. Uçsuz bucaksız bir vahada alabildiğine
uzanan. Çoğu zaman düşündüklerimiz sadece bir “düş” olarak kalıyor. Hiç
olmayacağını bile bile oynuyoruz bu oyunu. Ama öyle değil mi ki zaten hayat;
bir hayal ve oyundan ibaret! O zaman tadını çıkarmak için daha çok düş kurmak
gerekiyor. Değil mi? “Evet” deyip bu oyuna başlayalım o zaman…
Şimdilerde, kendimizi, büyümüş “olgun insan modu”na sokup,
kravatlar takıp takımlara büründüğümüz şık giysiler içinde veyahut dizaltı bir
eteğin yamacından bakarken buluyoruz. Büyüdüğümüzü hissettiğimiz –yanıldığımız-
anlar da tam olarak bu zamanlarda başlıyor. Kravatların uzunluğuna paralel
dizaltı eteklerden bastığımız yerleri seyrediyoruz çoğu zaman. Bunun için hep
bir maske ile dolaşıyoruz. İş hayatının dışında dahi hâlâ o ruh haliyle kişiliğimize
yön veriyoruz. Garip bir paranoya. Kabul. Ancak oyun içinde oyun oynamayı
bırakalım. Bakın, size güzel bir oyun teklifim var. Hani o uzun zamandır
mantıkla işleyen beynimizin bizleri "ânı yaşamak"tan uzak kılan bir oyun. İşadamlığı,
işkadınlığı, çöpçüsü, teknisyeni, manavcısı, evkadını, vesairesi… İşliklerinizi
ve kimliklerinizi atın bir kenara. En azından bu yazının sonuna kadar. Gelin
bir oyun oynayalım sizinle. Ânı, şimdiyi yaşamanın unutulduğu bir zaman
boşluğunda…
Gözlerinizi, derin bir nefes alırken kapayın hafifçe. Şimdi iyice
sıkın ve nefesinizi verirken gevşetin gözkapaklarınızı. Kendi hâline bırakın… Fazla
değil, çok çok az gerilere gidin. Zihninizin algılarını açın ve arkanıza şöyle
bir bakın. Gülümseyin bir de yahu. Hadi, haylaz bir çocuk tebessümü konsun
yüzünüze. Kaldırın başınızı ve bakın gökyüzüne. Asık suratlı işadamı modundan
ve demir leydiliklerden sıyırın kendinizi. Ne var ne yoksa çıkarın üstünüzden. Anadan
üryan olun! Evet evet, neden deli muamelesi yapıyorsunuz ki bana. Şu an bir
oyundayız mâdem, yapın söylediklerimi…
Uzanın boş bulduğunuz bir yere. Ayakkabılarınızı da çıkarmayı
unutmayın. Hani hatırlar mısınız, oyunlar oynardık parklarda, bahçelerde, dar
sokak araları ve boş arazilerde. Çocukluğumuzun nişânesi tertemiz hafıza
tahtamız misali, boş bulduğumuz kağıt ya da duvarlara resimler çizerdik. Örülü
saçlı kızlar, ağzında pipo olan oğlanlar. Rüzgâr güllerine çalan papatyalar, kelebekler, kuşlar,
ağaçlar resmederdik. Kumlardan kaleler ve dahi kumlara çizdiğimiz hayaller, parmak
ucumuzla bulutlara dokunup yaptığımız şekiller…
Derin bir nefes daha alın. Hiçbir şey düşünmeyin ama.
Hadi uzanın yere.
Sırtınızı en sağlam yere, toprağa verin. Açık ama aralarda
gökyüzünün maviliğini perdeleyen bulutlu bir göğe baktığımızda çocuk iken,
hayalimizin olup olmayacağını hiç düşünmezdik. Bir yapboz gibi yapar yapar yine
bozardık. Sonra hadi başa sar. Tekrar bir resmi çizmenin heyecanıyla yapardık
bunu. En mutlu olduğumuz çocukça masum hallerimiz…
Uzandınız mı yere?
Açın kollarınızı. Bacaklarınızı
da ister iki yana açın, ister diğer bacağınızın üstüne atın. Bir bacağınızı
çekin kendinize, diğerini de onun üstüne. Şimdi yeniden gülümseyin. Hayaller
kurun, sevdiğiniz ya da sevebileceğiniz kişileri düşünün. Sizi kızdıran,
hayattan yıldıran insanları da su dolu yoğurt kabına kattığınız toz deterjanla
iyice karıştırın. Sonra tahta mandallar arasından bir baloncuk çıkarın. Baloncuk
havadayken parmağınızın ucuyla dokunduktan sonra “pıt” sesini duyup etrafa
renkli şekiller dağıtarak yok olduğunu düşünün. Tüm olumsuzlukların pozitif bir
şekil alması gibi.
Sizin gibi…
Âşık olduğunuz adamı, kadını kendi kıyafetiyle değil de, sizin
kesip biçtiğiniz giysilerle giydirin.
Her zaman yaptığınız gibi…
Fakat sâfiyâne bir tavırla yapın bunu. Evcilik oynayın mesela
sevdiğinizle. Küçük bir çadırın içinde hep mutlu olacağınız hâyâline kapılın…
Deniz kenarında, bir balkonda, çimenlerin üstünde, evinizin halısı ve
kanepesinde yapın bunu. Hadi, tebessüm edin şimdi.
Sizi sevenler daha çok sevecekler. Yanınızdan geçenlere aldırmadan
bir seksek oynarmış gibi zıplayın. Çocukken hiç düşünür müydük, yaptığımız
bir hareketin yadırganacağını? “Koskoca adama-kadına bak, ne hallerde”
diyenlere, hadi yaramazlık yapalım, dilinizi çıkarın. Hatta yürüyen merdivenin
tersine yürümeye çalışın.
Komik mi? Hayır…
Eğer bu çocukluğu hâlâ yapabiliyor ve gülümseyebiliyorsanız tüm bu
anlattıklarıma ve anlatamadıklarıma, ancak varsınız demektir. Düşünüp düşünü
kuramadığım daha birçok şeyi sizler geçirin hayatınıza. Anlatın ve yazın
bunları, not edin. Bana da söyleyin. Hayatınızdakilere de ne olursa olsun asık bir
suratla bakmayın yüzlerine, negatifliğinizi yüklemeyin üstüne. Çocuk tebessümü
yerleşsin yüzünüze. Gülümsemeyi bilin.
Çok mu yıldınız hayattan, rol mü yapıyorsunuz hep. Yoksa “mış”
gibi yapnaktan bıktınız mı? Mızıkçılık yapıyorsunuz demektir o zaman. Hadi,
şimdi de başınızı koyabileceğiniz bir diz, bir dost, bir sevgili, bir kardeşlik
varsa anlatın içinizden ne koparsa. Bir çığ gibi yuvarlayın hepsini. Ağlayın,
sızlayın, arada çocuksu tebessümler fırlatın, susun, uyuyun, konuşun, sızıp
kalın… Ama içinize atmayın.
Uzanın düz bir yere, sırtınızı dayayın size dayanak olan -birine- her
şeye. Kurun hâyâlinizi. Ortak edin buna, size değer veren bir insana. Sizi
anlayabilecek bir dosta, aşka, bir başa. Hiç mi olmadı bir taşa… Hadi,
gülümsemenin ve çocuksu hayalleri kurmanın vaktidir şimdi… Bu bir test. Bir
oyun. Bir gerçeğe dönüş testi. Düşünün bir kez daha. Şimdi derin bir nefes
alın. Düşleriniz, çocuksuluğunuz ve siz.
Ne kadar gerçeksiniz?..