23 Mayıs 2011 Pazartesi

Gençlerin İçinde Bulunduğu Ahvâl Beni İnkisâr-ı Hayâle Uğratıyor!..

"Gençlerin içinde bulunduğu ahvâl beni inkisâr-ı hayâle uğratıyor!.."

Son zamanlarda kurduğum -hayatım boyunca da kurup kurcalayacağım- ve mütemadiyen söylediğim bir tümce olması hasebiyle yazımdan da düşürmeyeyim dedim; 'gençlerle' irtibata geçmek için ortaya attığım bu sözü!.. 

***
Hep ağzımızda geveleriz bazı şeyleri, sözcükler ağzımızdan çıktımı kölesi oluruz. Sözcükler beyinle dilin ucu arasında özgürdür. Fakat nefesle birlikte dudakların yardımıyla oluşan harfler atmosferde ve beyaz kağıtta yer kapladığı andan itibaren hapishanedeki rutubetli hava insanın ciğerlerine yapışıveriyor. Ciğerlerimizdeki bu nem acıyla yoğrulduktan sonra, ancak hayat boyunca yazıp yazılacak en iyi eser ortaya çıkıyor. Fikir suçlusu o kadar çok yazarımız var ki, onların ciğerlerindeki rutubetin kokusunu duyumsayamayanlar da bir o kadar fazla… 

***

Nedense bir konuya girerken bir yazma sarası alıyor beni. Tutuluyorum 'Dostoyevski' gibi ve Oğuz Atay gibi
'Tutuna-
 mıyorum' bazen hayatın dallarına.

***

Diyeceğim o ki, nasıl oturup da düşünmüyor gençlerimiz? Gençler olarak bir düşünsek neler çıkacak ortaya. Bir şeyler değişiyor değil mi? 'Müspet' ya da 'menfi' yönde…
Bak burada güzel bir noktaya değindik. Kullanılan kelimeleri öldürmeye hakkımız yok! Onları yaşatmaksa bir çiçeği sulamak kadar basit bir şey. Bana, ulusuma -milletime- ait olan şeyleri bir kalemde yazıp silgi kullanmadan beyaz kağıdın üzerinde yazılı halde atmak pek ahlâki -etik- gelmiyor; kendi iç kurul mekanizmam tarafından!.. Gregor Samsa* gibi gözlerimi açtığımda, bir sabah böcek olarak görmek istemiyorum kendimi yatağımın üstünde!..

***

Yani diyesim o ki, üniversitede arkadaşlarla muhabbet ederken hep onlara "evet gençler, siz ne düşünüyorsunuz?" diyorum, şakayla karışık; memleket meseleleri hakkında.
Onu da geçtim, "kendinize dair ne diyor ve düşünüyorsunuz?" Bu bir yabancılaşma belki kendi kuşağına.

Ama ne yapabilirim ki?

Bir konu açılıyor, başlanıyor tartışılmaya ama dayanağı olmayan ve mantıkî hiçbir açıklaması olmayan konulara varıyor konuşma ve atışmalar. Benim tercihimse bu durumlarda susmak. Susmak ve kendimce konuşulanlara sorularla yanıt bulmaya çalışmak. Zira çok cahilim ve bunları nasıl yazdığımı da hatırla-ya-mıyorum ve dahi hatırlamak bile istemiyorum. Yazarken çatışıyorum kendimle, 'bir bende (elbette herkeste!) varolan içerdeki ben'le!..

Yoo, yanlış anlamayın, çatışma taraftarı değilim. Ne sağım ne solum. Kendime 'Sosyalist Muhafazakâr' demeyecek kadar da optimist birisiyimdir hani... Orta yolda yürümeye çalışan nevi şahsına münhasır bir Türk vatandaşıyım, o kadar. 

***

İnsanın aklı doğru ve yanlışı ayırt edebilecek bir yapıya sahiptir. Bununla da kalmayıp doğruyu yapmaktır asıl gaye…

İşte bu yolun ortası yoktur.

Ya sağdan gidip duygularınızla hareket edeceksiniz ya da mantıklı bir şekilde kesip biçim solu tercih edeceksiniz. İşte tam burada size, ceviz içine benzeyen beynimizin ortasındaki zarı kaldırmanızı salık verir, sağ ile solun o muhteşem ahengini -çölde dört nala atılan pars misali- seyre davet ederim. Bu zar beynimizde gerçekten varolup, soyut bir kavram olan 'önyargı'nın isim babasıdır. 

***

İçinizdeki parsın kırın zincirlerini ve salıverin çölünüze.
Susuz kalmaya değmez mi sizce, 'bir bizde varolan olan bizden öteki'ye?


(*Gregor Samsa, Franz Kafka'nın yazdığı, özgün adıyla 'Die Verwandlung', dilimize 'Dönüşüm, Değişim ya da Metamorfoz olarak çevrilen romanın baş kahramanıdır. Samsa, bir sabah gözlerini açtığında bir böceğe dönüştüğünün farkına varır. Kafka, romanında işlediği konuyla 20'inci yüzyılın sanayi sonrası batı toplumunun açmazını ve içine düştüğü yalnızlık ve yabancılaşma sürecini çok iyi gözlemlemiş ve işlemiştir.)

8 Mayıs 2011 Pazar

Aşk-ı Müşteki...

Bilirkişi olmanın cezasını faili meçhul davalarda çektim
-Oysa anlamsızdı bu-
Aşka ait ne varsa şahit sıfatında
Müşteki masasında geleceğim
Biliyorum;
Kavuşamamaktır aslolan
Hakimi olamıyorum hiçbir şeyin...