26 Nisan 2011 Salı

Felsefî bir problematik olarak 'Sanat'

Sanatın temelinde hep bir sorun yatar. İki manadadır bu. Hem soru edatı olarak hem de bir mesele olarak. Sanat, felsefî bir problematik ve ondan kopan bir parça olarak da hep öyle kalacaktır... Konumuz bu değil...
Ne zaman hak ettiği yerde durur sözcükler?
Ve ne zaman yazılanlar ve çizilenler bir resmin içinde anlam kazanır?
Hep bir soru ve sorun vardır temelinde..
Yazanda bir maharet yoktur. Zira kabiliyet ancak onu anlamlı kılacak ve anlam katacak 'alıcı'dadır her zaman.
Şimdiye dek sanatçılar sadece coşkun duygularını dışavurmak ve arınmak için kullanmışlardır sanatı. Kendilerine bir anlam katıp, (anlamlandırıp) o içindeki anlamla (her neyse o) 'alıcı'ya bir vebal yüklemişlerdir.
Sanat 'alıcı'da bir sorumluluk duygusu doğurur.
Hatta daha da ileri götürerek şunları da söyleyebiliriz. Sanat sanat olarak adlandırılığı asırlar öncesinden günümüze sadece 'alıcı' için ortaya konan 'meta'dır. Dikkat! Tırnak içinde...
Dediğimiz gibi sanatçıda bir meziyet yok bu manada. Ancak anlamda bir mana varsa o da sanatçının ta kendisindedir.
Bu, sanat ve onu işleyen sanatçıyı değersiz kılmak şöyle dursun, onu yücelten bir davranıştır 'alıcı' olmak meselesi. Alıcısı olmayan sanat, ne coşkun duyguları ne de ruhsal bir arınmayı sağlayabilir üreticisinde. Maksat anlatmak değil, anlaşılmaksa eğer!..
İşte sanatı sanat yapan ve sanatçıyı göklere çıkaran bu meselenin, felsefî bir problematik olarak algılanması burada başlar... Ve bu yazıdan sonra da süregelen bir 'sorunsal' (çözümü olup da çözümlenmek istenmeyen!) olmaya devam edecektir sanat...