29 Kasım 2011 Salı

Attilâ İlhan şiirlerinde para, yoksulluk ve sefalet…

Şiirlerin vazgeçilmezi mutlak suretle aşk, dolayısıyla imkânsız aşklardır. Kimisi için hiç olmayan bir aşk bile (platonik vakalar) bu alana dahil edilebilir. Kimisi için ise her imkân vardır ama daha fazlasını istemesinden ötürü parasızlıktan yakınmaktadır. Hafif puslu bir bohem havayı da içine kattığınızda popüler şiirler arasına bile girebilir. 

Neredeyse tüm yazar ve şairler gibi Attilâ İlhan da şiirlerinde hep yoksulluk ve parasızlık, ötelenmişlik ve toplum arasında yalnızlığı kaleme almıştır. Bir şairi parçalarına ayırarak sadece tek bir yönünü ele almak biraz daha kolay gibi gözükse de o alanda derinlemesine bir araştırma yapmak zorundasınız. Biz Attilâ İlhan şiirlerinde para, yoksulluk ve sefaleti kısaca ele alacağız. Pek derin bir tahlile gerek kalmadan şairin şiirlerindeki akçasal endişelerine ve bu yüzden bir ulaşılamama, terk edilme, kovulma ve yakınmalarına ayna tutmaya çalışacağız anahtar kelimelerle…  

Attilâ İlhan, elbette böylesine bir yazıda ele alınacak hacimde değil. Ayrıca bu antolojik bir araştırma hiç değil. Bunun altını çizmek özellikle istiyorum. Sadece gözümüzden kaçan, okuyup farkına varamadığımız ve olağan bir şekilde okuduğumuz şiirleri biraz daha özümsemek gayesiyle bu yazıyı kaleme alıyorum. Öncelikle Attilâ İlhan şiirleri deyince karşımıza ne gibi tanımlamalar çıkıyor onlara bir bakalım… 

Paris Arrondissement'ları (ilçeleri), Kafelerde, Bistro’larda içilip yenilen adına pek âşina olmadığımız içecek veya sigara isimleri, meşhur bir şairden bir dize ya da şairin bizzat adı, Fransız fahişe imgesi için bir takım dişil adlar, Paris yağmuru ve bol yağmurluk ihtiva eden betimlemeler, sağda solda orada burada sizi birilerinin takip ettiği paranoyasıyla bir takım gizemli şahısların gölgeleri; paranoya, parasızlık, sefalet, yoksulluk, imkânsız aşk, puslu hava ve getirisi olarak bir takım kesici-delici aletler Attilâ İlhan şiirlerinde ön plana çıkan betimlemeler olarak gösterilebilir… Buradan yola çıkarak aşağıda örnekleriyle sunacağımız şiirler ile birazdan yazacaklarım konuyu daha da iyi anlamanıza yardımcı olacaktır.  

Bazı şairler gerçekten yoksuldu(r). Kimileri ise varlığın içinde bir yoksullukla(!) mücadele ediyordu(r). Attilâ İlhan’ın da varlıklı bir aileden geldiği herkesçe bilinmektedir. O da varlık içinde yokluğu yaşama/yaşatma gayretini ana gaye edinmiştir.  Attilâ İlhan’ın düşünce yapısı malumumuz olduğundan detaylı bir sunum yapma gereği duymuyorum… Dolayısıyla şair, yoksulluğu ve yoksulları ön plana çıkararak (hadi biraz daha ileri gidelim) bir nevi kullanarak sermaye karşıtlığı (parasal sistemle mücadele) yapmakta ve paranın hayatında yeri olmadığını göstermeye çalışmıştır. -Biraz uzun bir cümle olacak ama meyvenin özü tam da burada.- Fakat Attilâ İlhan, nedense bir türlü Paris’ten, Avrupa entelijansiyasının vazgeçemediği alışkanlıkları ve mekânlarından, otellerin odalarından, bar ve kafelerden, pahalı caddelerin pahalı meydanlarından vazgeçememiş, varlığın içinde duygu yoksulluğu ve mahrumiyeti çekmiş, kendine bu cefayı yazın dünyasına bir aktarım olarak bilinçli bir seçime dönüştürmeyi başarmıştır. Şairin şiirlerindeki maddi endişeler aslında dönemi ve düşünce yapısı itibariyle yerli yerinde başat bir aktör olarak kullanılmıştır… 

“Sisler Bulvarı”ndan geçerken bir mum ışığı çevresini nasıl aydınlatıyorsa, bu yazı da belleğimizin işlevini kaybetmiş hafıza odalarının kapısını çalmaktan başka bir amaç gütmemektedir. Şairin şiirlerini en çok okuyan ve seslendiren biri olarak bunları dile getirişim bir eleştiri değil, neyin ne olduğunu bilmemiz için bir köprü niteliğindedir…

İsterseniz Attilâ İlhan’ın şiirlerindeki para, yoksulluk, sefalet ve ötelenmişlik ile örülü şiirlerinden birkaç örnek vererek noktalayalım yazımızı…
***
- (...) emperyal oteli'nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı'nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
(Emperyal Oteli)


- (...) ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
(Pia)


- (...)bıçak parıltısıyla yalar sokağı
sarhoş bir fahişenin ağladığı
gözlerinde kahır birikmiştir
sevdiği itlerin farkına varmadığı
parasını yiyorlar allah bilir
(Işık Mezarlığı)


- (...) yıllar var ki serçeleri unutmuşum
kuruş kuruş beni vurmuş öldürmüşler
boşa çıkmış başkaldırmam sarhoşluğum
(Usturanın Ağzında)


- (...) Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
(İstanbul Ağrısı)


- (...) bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
batan bu köhne şilebde ne işleri var
çünkü battım kasa boş ne para ne çek
çünkü bütün telefonlar ısrarla alacaklı
(Batan Bu Köhne Şileb)


- (...) hangi kız yüzüme baksa mutlaka parasızım
yıldız falımda yolculuk görünüyor
(Cinnet Çarşısı)

- (...) sen ne dersin İstanbul
sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin
kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
(Kirli Yüzlü Melekler)


- (...) yalnız akşam olsun dağınık olsun
ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu
(Şubat Yolcusu)


- (...) hevesim olsa param olmuyor
param olsa hevesim
yaptıklarını affettim
(Ağustos Çıkmazı)

17 Kasım 2011 Perşembe

Simetri...


Sen sevebiliyor isen birisini;
bil ki sevildiğindendir.
Hiçbir sevgi tek taraflı değildir;
var ise sevdiğin biri...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Şimdi uyan ya da sonsuza kadar uyu ey ruh...

Patika yoldan giderken hiç arkasına bakmamanın acısını konaklayacağı bu kayalıkta çekecekti. 
Bir kez olsun... 
Ah bir kez olsun dönüp ardınca gelenlere ilişseydi gözü, yoluna durmadan devam edebilirdi. 
Fakat durdu.
Hem de kayalıkların hemen altında. Yapmaması gereken şey, dikkat etmediği tek şeyin orada.  
Neden sonra izbe bir kuyunun etrafında dolandı. Anlamsız bakışlarla süzdü kuyunun çemberini. Eğilip bak(a)madı bir kez olsun aşağıya doğru. Ayakları, grimsi kuyu taşlarına bir adım uzaklıkta.
Sular geçip giderken ayaklarının altından gidemedi yine bu sefer. Bedeni ve gözleriyle birlikte çemberi bilmem kaçıncı kez turluyordu. Ardına hâlâ bak(a)madı. Kulaklarını baş parmağıyla tıkadığında çıkan sesi duyumsadı sadece zihninde. Kapadı gözlerini. 
Uğultu...
Kötü bir rüyaydı bu. 
Uyandığında altına tüküreceği bir yastığı da yoktu! 
Açtı gözlerini ve...
"Şimdi uyan ya da sonsuza kadar uyu ey ruh..."