27 Aralık 2010 Pazartesi

Acı Uzak İklimlerin Kokusu Gibidir...

'Okuma tembelliği' Ren nehrinin ötesine geçti desek, mesela?
Pekâlâ. Bu sefer sizi cevapsız sorularla muhatap etmeyeceğim.
İkinci Dünya Savaşı'nın o kaldırılamaz yükünü taşıyamayan, yükünü bir yere boşaltmak isteyip de bir türlü boşaltacak yer bulamayan kaçak kum taşıyan kamyonlar gibiyiz. Okumak istiyoruz ama bir türlü okuyamıyoruz. İkinci bir lisan öğrenmek istiyoruz ama sebat etmiyoruz. Televizyona çıkan profesörlerin bir konu hakkında uzun uzun beyanatlarda bulunmasına hayret ediyoruz değil mi? Bu bilgileri nereden edindiklerini akıl ediyoruz ama bir türlü bunların okuma ile araştırma ile ele geçirilebileceğini bir türlü düşünemiyoruz. Nedense?.. Çok güzel bir söz vardır. "Diken tarlasından geçmeden murad gülüne kavuşulamaz." Hele bir izin verin diken batıversin bir yerlerinize. 

Yük dedim de Borchert'in 'Kapıların Dışında' eseri hatırıma geldi.
Bu tiyatro eseri, ikinci dünya savaşı sonrası kapı kapı dolaşan bir Alman askerini anlatır. Kendini Ren nehrinin kıyısında uzanmış –acayip- bir şekilde bulur. 

Hep yaşamışızdır değil mi kapıların dışında kalma korkusunu?
Wolfgang Borchert'in bu eseri, melodram olmasına rağmen aslında bir 'acı' olarak karşımıza çıkar. Ya da ben yolu oraya çıkarmak istiyorum. Bir asker düşünün; dalgıç gözlüğü takıp kapı kapı dolaşan.

 - Dur bakıyım. 'Acı' mı dedin sen?
 - Evet. 'Acı' dedim. Ne var. Kötü bir şey mi dedim?
 - Ama sen ikide bir kapıyı tıklatırsan bu yazı bitmez ki!..
 - Nerede kalmıştık?
 - 'Acı'da…

Acı denince hatırıma nedense -geniş anlamda kullanıyorum- aşk gelir. Aşk'ta acı varsa tadı olabilir. Bizler için bu belki bir sestir; belki bir kokudur; belki bir hayaldir ama kesinlikle bir ''acı''dır.
Eğer acı duyuyorsanız, sizi hayata bağlayan bir şey var demektir.
"Acı, uzak iklimlerin kokusu gibidir." Öyle der Fransız şair Baudelaire. Kokusundan bahseder acının. Ancak ben bahsedemeyeceğim. Hem Fransızca'mın olmayışı, hem de şiiri tam hatırlayamadığımdan dolayı. Fakat siz okumak isterseniz Fransızca'yı -iyi- bilmelisiniz. Toltstoy'u okumak isterseniz Rusça'yı -iyi- bilmelisiniz. Yahut -benim gibi- kolayını seçip çevirisini okumalısınız. Shakespeare'in eserlerinin evrensel olduğu söylenir. Ama nedense çevirilerde bölgesel yargılara kadar iniliyor. Onu için 'acı' her dilde farklıdır. Çeviriler aynı tadı vermez çünkü. Dilinizin belili bölgelerinde mayhoşluğunu hissedersiniz. Eğer âşık olmak istiyorsanız acı çekmeyi göze almak zorundasınız. 

- Ne demiştik, Okuma tembelliği değil mi?
- Evet, öyle. Yazımız bitsin o zaman.
- Bitsin artık.
Velhasıl-ı kelâm. Despot için özgürlüğün, savaşçı için barışın yabancı olduğuna  göre size tek tavsiyem şu olur.
- Ne olur? 

Hayatın akışına ve oluşumlarına Fransız kalmayalım lûtfen.
Bir gün kendimizi Ren nehrinin kıyısında dalgıç gözlüğüyle bulmamak için…

22 Aralık 2010 Çarşamba

Fedakâr Terk Edişler

Sen yoktun
terk etmiştin şehrimi
şarkılar çalınmaya başladı
metrobüslerinde İstanbul'un.

Hüzünlüydü tüm duraklar;
-Ayvansaray, Halıcıoğlu-
çalan şarkılar gibi
benim menzilim değildi
senin geçmediğin yollar.

Gözlerim saplandı Haliç'e
boynum bükük, kalbim buruk
-ve dizilmişti kordona kayıklar-
salınırken ben tershanelerinden
gülüyordu bana insanlar.

Sen gittin
-hani beni terk ettin-
pas kapladı köprüleri
otobüsler yoldan çıktı
ışıkları söndü caddelerin
tek şeride düştü tüm yollar
çıkmaz sokaklı evinizin
misafiriyim şimdi.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Umut, umulmadık sevdalara açılan bir yelkendir...

Umuttur bizi ayakta tutan, bütün zorluklara göğüs germemiz için destek olan. Bir uçurumun kenarındaysak; bir sestir, bir nefestir, bir nar ağacının dalıdır misal. Umut, ummaktır hayattan bir şeyler sözcükler fısıldanırken kulağına, işitmektir...

***

Hiç umudunuzu yitirdiğiniz anlar oldu mu? Ya da bir uçurumun kenarında son kez baktınız mı sevdiğinizin gözlerine buğulu camların ardından. Henüz doğmamış bir çocuğun kalbine dokunmak ise annelik duygusu, baba olmak çocuğunu ilk defa avuçlarının içinde hissetmek ise; sevgiliye duyulan hasret de ondan öte bir şeydir. Umulmadık sevdalara rüzgarsız bir vakitte yelken açmaktır. "Sen olma faslındayım" sözü o olmaktır; tek bedende varolmaktır aslında. Süreçtir ummak, umudu canlı tutabilmek. Canlılık, acı ister. Sevdiğinin yüreğine dokunmaksa  bir kuş tüyü kadar hafif olmayı. Umut, sevgiliye duyulan hasrettir. Hasret, uzağı yakın kılar. Ufak bir meltem nasıl söndürüyorsa bir mumu, yakınlık da öldürür sevgiyi. Sevgi acı demektir. Acıdan kastım, narın çekirdeği kadar. Nar'ın mayhoşluğu nasıl bir tat bırakıyorsa belleğimizde, mutlu bir yaşam sürmek de anlamsızlaşıyor. Anlamsızlaşıyor, zira; mutluluğun ne resmini yapabildim şimdiye dek, ne de soyuttan somuta geçirebildim yazıda. Mutluluk, zamanı unutmak demek mi sevdiğin insanla, yoksa unutmak mı sevdiğini zamanın aynasında…

***

Umut ummaktır hayattan bir şeyleri, sevgiliye duyulan hasrettir. Bir sestir, bir nefestir. Var ise tutunacağı dalı insanın, mutlak bir acıdır tohumu. Acı, ummaktır hayattan umudu. Umulmadık sevdalara yelken açmaktır.

10 Aralık 2010 Cuma

Öğrenci dediğin...

Öğrenci dediğin dik durur. Yılmaz. Düşüncelerinden taviz vermez. Körü körüne bağlıdır ona.

Öğrenci dediğin kaypak olmaz. Bugün yaptığın bir iş için yarın özür dilemez. Mücadelesinden bir an olsun geri durmaz.

Öğrenci dediğin şiddetle değil akademinin ona yüklediği sorumluluk ve sözle ön planda olur.

Öğrenci dediğin yalan söylemez. Hesabını veremeyeceği işlere kalkışmadan önce planını iyi yapar ve uygular. Geri tepmez.

Öğrenci dediğin 'talep' eden demektir. Özgürlüğün tanımını bilen ve bunun vermiş olduğu sorumlulukla hareket edendir.
Öğrenci dediğin... Dönek değildir…

Ben öğrenci iken...
Öğrencilik yıllarım öyle çok eskilere dayanmıyor. Anılarım hâlâ geçerliliğini koruyor. Eğer sabit bir işim olmasaydı dört senede değil de yedi senede bitirmeyi isterdim üniversiteyi. Sadece zihin tembelliğimin gecikmesi için yapardım bunu. Birkaç seneye kalmaz tekrar akademiye döneceğim için şanslı hissediyorum kendimi.

Bin biliyorsan bile...
Son mezun olduğum üniversitedeki hocalarımla hâlâ görüşür, fikirlerini alır, düşüncelerimi söyler ve dünyayı kucaklayan 'universal' bir çerçevede fikir teatisinde bulunur ve zaman zaman da tartışmalarımız olur. Ne mutlu ki böyle insanlar hâlâ mevcut.
Sadece okuldaki hocalarımla değil, başka üniversitelerde de asistanından profesörüne kadar her kademeden kişiyle temasım olur. Bin bilsen bile bir bilenin her zaman bin bilenin hakkında bilgisi vardır!

Dersi kilitledim...
Anfi'deki derslerde hep ön sıralarda otururdum. Tek bir kelime bile kaçırmadan 'bilgi açlığımı nasıl bastırabilirim'in derdinde olduğumdan arada sırada hoş karşılanabilecek 'ukalâlıklarım' -siz nasıl derseniz artık- vâki olurdu. Hatta sırf bu yüzden -sadece bir kez- yaz okuluna kalmışlığım bile var. -Ah Hakan hocam ah :) – İyi ki kalmışım diyorum şimdilerde.
Bir kez de soru sorup, alâkasız cevabı karşısında hocamın kilitlenmesine –taammüden- sebep olmuşumdur. Bunlar sadece birkaçı... Atinalı Timon’a Atinalı Timur diyen İngiliz Dili ve Edebiyatı hocamı saymıyorum bile…
Bunları neden diyorum?
Şundan... Hiçbir zaman şiddet yanlısı olmadım. Evet, sisteme karşı hep şüpheci ve sorgulayıcı olmuşumdur. İlerlemenin yegâne temelidir eleştiri müessesesi. Eğer söyleyeceklerim varsa bunu beyin gücümle ortaya koydum. Dersi veya hocalarımı bilgimle provoke etmeye çalıştım. Yoksa da sustum, araştırdım, sonra provoke teşebbüsünde bulundum. Arkadaşlarıma ve çevreme de hep bu yönde salık verdim.
Mezun olduğum son okul vakıf -özel- üniversitesiydi. Öyle dövüş kavga da görmedik açıkçası. Olursa bile erkek arkadaş kız arkadaş yüzünden olurdu. Solaryum savaşları!

Pis burjuvalar...
Üniversitelerde entelektüel bir faaliyetin olduğu kuşkulu. Bilgi demiyorum. O mevcut. Bilgiden yeni bir bilgi ortaya koyabilecek entelektüel –kişiler- kapasite mevcut değil. O zaman? Şiddet? Hayır.
Bir ara okulumuzun içindeki özel bir yemek şirketinin fiyatları astronomik olduğundan bazı arkadaşlarım 'eylem yapalım, tepkimizi koyalım' dedi. Ben de arkadaşlarıma şaka yollu, 'pis burjuvalar. Özel okuldasınız, para veriyorsunuz. Paradoks yapmayın. Evden beslenme çantası getirin o zaman' dedim. Eğer o zaman bu eylemi yapsaydık kesin manşet olmuştuk: 'Pis burjuvaların açlıktan nefesi kokuyor' diye. Şöyle bir yol da vardı. Bir bildiri okuyarak özel yemek şirketinden yemek yemeyebilirdik. Ama aç olduğumuzdan ve bunu ortaya koyabilecek öğrenci potansiyeli mevcut olmadığından her yemeği alışta söylenip dururduk 'abi verdik yine 12 lira' diye.

Pasifim pasifsin pasifler: Pasifiz…
İki ya da üç sene önceydi. Okulun Hukuk Fakültesi akademik kadrosunda bulunan Prof. Dr. Tayfun Akgüner hoca bizim Sanat ve Tasarım Fakültesi'nde de dersler verirdi. 68' kuşağını anlatan bir konferans vermişti o zamanları yaşayan birisi olarak. Fransa'daki olaylar, dünya genelindeki ve Türkiye'deki, özellikle İstanbul'daki olaylardan kısa kesitler sundu. Daniel Cohn Bendit'ten örnekler vermiş ve 'biz hiçbir zaman şiddet yanlısı olmadık. Yaptığımız eylemler hep pasif direnişti. O dönem İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciydik. Arkadaşlarla kendimizi üniversitedeki – rektör ya da dekan odasına- odaya kapattık. Hiçbir şekilde şiddete başvurmadık' demişti. O gün bugündür pasif direnişi hep bu şekilde algıladım, anlamlandırdım. Ayrıca yıllar sonra Kızıl Danny ‘o zaman yaptıklarımız pek doğru değildi, sınırı aştık bazı noktalarda’ şeklinde beyanatta bulunmuştur.

Faşist hareketler bunlar...
Akademi, söyleyecek sözü olan kişilerin düşüncelerinin dikkate alındığı yegâne yuvalardan biridir. Her zaman bir olay ve durum karşısında o alanda söz sahibi kişilere neden başvuruluyor? Bilirkişi olduklarından. O zaman?

Senin okuluna gelmiş iki değerli akademisyeni, iki değerli siyasetçiyi neden rulo kağıtlar ve yumurtalarla karşılıyorsun? CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum, öğrencilere, ''sizlerin kişiliğinizle ve söylediklerinizle ilgilenmiyorum ama yaptığınız gerçekten bir faşizm'' dedi. AK Parti’li TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu da, alkışlarla protesto eden öğrencilere ''ben de sizlerleyim'' kabilinden alkışlarla karşılık verdi salona girince ama fırlatılan yumurtalardan da nasibini almaktan kendini alıkoyamadı. Batum ve Kuzu da haklıdırlar. Öğrenciler de yumurta ve ruloları atana kadar haklıdırlar. Zira araya orantısız güç giriyor. Onlar sizin hocanız öğrenci arkadaşlarım. Ayrıca Deniz Ülke Arıboğan hocamız da olayın yaşandığın gün, ''bugüne kadar öğrencilerin arkasında kocaman bir kitle vardı. Bugün hata yaptılar. Öğrencileri en çok hocalar destekliyordu, özür dileyin!'' dedi. Evet, hatalarının farkına vardılar, Batum ile Kuzu’ya özürlerini ilettiler ama ben olsaydım öğrenci kardeşim özür dilemezdim. Dik duracaksın. Ya kendine lâf ettirmeyeceksin sonuna kadar gideceksin ya da böyle bir terbiyesizlikte hiç bulunmayacaksın. Senin vicdanı hür fikri hür halin nerede? Sürüye dahil olmayacaksın. Şüphe duyacaksın her daim ama söylentilere kanmayacaksın öğrenci kardeşim!

Olayların iç yüzü...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, eylemin meşru olduğunu zira masumane, arkadaşları dövülmüş, arkadaşlarının çocuğu karnında ölmüş, biber gazı yemiş arkadaşlarına destek olunsun diye bu tür haklı eylemleri ve yapanları meşru kabul ettiğini söyledi. Şiddete şiddetle mukavemet gösterilemez. Yadırgadım açıkçası. 68’ olayları da neredeyse bir liberal söylemden araklarcasına ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler. Özgürlük’ şeklinde lanse edilip 70’ darbesinin önü açılmıştı. Bu hep böyle oldu.
Öğrenciler her şekilde her platformda önde olmalı. Ama fikirleriyle, maşa olmadan... Söyleyecek sözümüz her zaman olmalı. Evet, polisin kullandığı güç yerinde olmayıp tasvip edilecek cinsten değil. Pankart açıp slogan atan yürüyüş yapan, kanunların koyduğu kurallar çerçevesinde hakkını arayan kaç kişiye biber gazı sıkıldı, cop yedi, tartaklandı? Bu tür faaliyetler her zaman risklidir. İyi niyetli, hakkını arayan çoğu kişi de mağdur olmuştur. Ancak… Burası çok önemli... Son olayların  öncüsü olan Dolmabahçe'deki eylemde polisin müdahalesi sonucu bebeğini düşürdüğü ileri sürülüp medyaya güzel bir malzeme olan E.Ö.'nün üniversite öğrencisi olmadığını söylesem bakış açımız değişir mi? Kaynağım da gayet sağlam, Emniyet... E.Ö, Amasyalı olan ve Antalya'da yaşayan bir ailenin kızı. Lise ikiden terk ve sonrasında eğitimine herhangi bir şekilde devam etmemiş. Hiç evlenmediği iddia edilen E.Ö.'nün olay günü saat 14:00'te hastaneye gittiği, 6 haftalık hamile olduğu ve saat 19:00'da kürtaja alındığı Emniyetin derin istihbâri çalışması neticesi saptandı… Ayrıca E.Ö.'ye olayla ilgili basın toplantısı düzenlemesi konusunda terör örgütü elebaşısı Öcalan'ı geçmiş yıllarda savunan iki avukatın telkinde bulunduğu iddiası gündemde yer tutuyor... Bu sav da belgelendirilirse âlâ… Diğer yandan yaşı bir hayli geçmiş, her –provokatif- eylemde ön planda olan, sakallı, saçları at kuyruğu, sırt çantalı abimiz kim acaba?

Provoke edelim…
Ben de provoke edeyim olayı. Şimdi bu eylemi yapan geleceğin idarecileri, yöneticileri mülkiyeliler neden geri adım attılar? Özür dilemek kişinin erdemini gösterir. Ancak beni ileride idare edecek makamda olacak kişi mütemadiyen özür dilerse bu ülkenin hâli n’olur?
Bak arkadaşım, dik duracaksın. Ne anlamı kalır eylemin, tükürdüğünü yaladıktan sonra? Gelen konuşmacılara dön sırtını -poponu- o konuşsun sen de bekle orada. Olamaz mıydı yani? İleride siz de bir akademisyen olunca aynını size yapsalar hatırlar mıydınız bunları? Aranızdaki çürükleri ayıklayın. İleride aynı kulvarda yürüyeceğiniz kişilerin bir eylemin bile arkasında duramadıklarını müşahede ettiğin halde seni kollayacağını, arkanda duracağını nasıl düşünebilirsin?

Gel beraber hükümeti, polisi, muhalefeti, YÖK’ü, haçları, okulu, sistemi beraber eleştirelim. Rektöre, dekana derdimizi anlatalım. Olmadı mı? Beraber derdimizi dökelim satırlara. Özgürlüklerin sınırlarında dolaşalım ama ihlal etmeyelim. Yok sınırlar bana göre değil diyorsan ve eğer kelimelerin gücüne inancın yok şiddetle hallederim diyorsan… Ben yokum arkadaşım. Ben sözlerim, düşüncelerim ve şiddetsiz eylemlerimle varım. Meşru müdafaa ancak böyle olur.

Nimetle şaka olmaz…
Emekçinin yanında, ezilmişin yanındayım deme öğrenci arkadaşım. Hele sosyalizmden hiç bahsetme bana. Senin attığın o yumurtaya, nimete muhtaç on binlerce insan yaşıyor bu memlekette. Ayıptır, günahtır. GORA filmindeki usta Garavel’in Arif’e nasihati geldi aklıma, ‘’güç kullanıldığı yere göre adını bulur. Ama unutma nimetle şaka olmaz.’’

Liselilerden örnek davranış...
Son olarak Şanlıurfa'nın Siverek İlçesi'nde Türk Telekom Lisesi yaklaşık 50 öğrenci, jöleli ve uzun saçlı oldukları gerekçesiyle okula alınmamalarını 1 kilometre yürüyerek protesto ettiler. Liseliler ‘biz jöleli okula gitmek istiyoruz, saçlarımız uzun olsun istiyoruz, rahat olalım istiyoruz’ talepleriyle Kaymakamlık bahçesinde eylem yaptılar ve yanlarına gelen İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü ile görüşüp problemlerini ilettiler. Daha sonra da okullarına geri döndüler. Ne polis karıştı buna ne de siyasiler! Varsa bir eyleminiz bu şekilde ay, gün, saat ve yer söylemeniz yeterli. Ben orada olacağım. Ama lütfen 555K ve 222A gibi kodlarla gelmeyin. Açıktan, eller ve yumruklar havada göstere göstere gelin arkadaşlarım…

Not: Bu arada hemen blogun sağ köşesinde yer alan ''Sizce en etkili protesto yöntemi nedir?'' anketimize katılabilirsiniz...

30 Kasım 2010 Salı

Wikileaks: Nihil novi sub sole...*

Wikileaks'ın yayınladığı belgeler deyim yerindeyse gündemi allak bullak etti. En ufak bir harekette dahi hiçbirşeyin eskisi gibi olmadığı gerçeği, uluslararası ilişkiler bazında artık daha sert bir şekilde görülecek. Her ülke yeniden bir pozisyon alma ve yeni stratejiler geliştirmeye başlayacak. Hatta başladı bile. En önemlisi ise arka planda yaşananları ancak başka bir belgede göreceğimiz gerçeği! Yine de kısır bir döngüden ibaret olduğu iyi anlaşılmalı. Bir tekrar...

İddialar yenilir yutulur cinsten değil. Diplomasinin 11 Eylül’ü demek yerinde bir söylem oldu. Zira 11 Eylül'ün neye hizmet ettiğini artık küçük bir çocuk bile biliyor. Kâr-zarar açısından baktığınızda belgelerdeki iddiaların kimlere fayda sağlayacağını iyi görmek gerekiyor. En kazançlı ülkenin Türkiye olacağını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ''belgeler eğer Türkiye'den sızsaydı tüm ülkere karşı politikamızın aynı, tek olduğu görülürdü'' şeklindeki beyanatı ortaya koydu. Davutoğlu bunu derken aslında ''ABD'nin iki yüzlü siyasetine'' sert bir gönderme yaptı. ABD bu bağlamda ne tür bir getiri sağlayacak, bunu uzun vadede göreceğiz.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ''eteklerinde ne var döksünler, görelim'' demelerini bir nebze anlayabiliyorum ama uzmanların ve bilhassa köşe yazarlarının bu noktada analiz ve yorum için ‘olgunlaşmasını bekleyelim, daha var’ demelerini anlamakta güçlük çekiyorum.

Son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, ''belgelerin bir sistematiği olduğu inancındayım'' açıklaması aslında hizmet ettiği mihrakları net bir şekilde ortaya koydu.

Bu bir proje, hayata geçirilemeyen 'Büyük Ortadoğu Projesi’nin farklı bir kartı. Görmek için sebep aramayalım.

İddialar çok ciddi, kabul ediyoruz. Hatta çoğu yazışma doğru bile olabilir kullanılan dile baktığınızda. Belgelerin magazinsel yönü, merkez noktası ve hizmet ettiği odaklara temas etmek bizleri aydınlatacaktır. Belgelerin şu ana kadar sadece çok az ama çok az bir kısmı yayınlandı. Bunu unutmayalım. Burada belgeler etrafında bazı analiz ve sorularımız olacak. Belgelerin içeriğine fazla değinmeden Wikileaks'in vermiş olduğu mesajları anlamak en iyisi.

- Söylemlerin -basit- uluslararası diplomatik ilişkilerde kullanılan 'kriptolu mesajlar'ın bir benzeri olduğunu not edelim. Zaten her diplomat merkeze böyle istihbari bilgiler geçer. Ancak kullanılan üslubun seviyeden uzak olduğu -eğer iddialar doğruysa- ortada! Bundan sonrası içinse diplomatlara ‘dilin esnekliğini abartmayın’ ayarı verilecektir.

- ABD hükümeti 'belgeler yabancı hükümetlere dair özel diplomatik görüşler. Hükümetin dış politikası değildir' açıklaması yaptı. Yani ‘bunlar bizim fikri yapımızın temelleridir. ‘Faaliyette bir şey yok’ demek isteniyor.

- Şu ana kadar da neredeyse kimse yalanlamadı. Herkes ‘kabulümüzdür ama…’ gibisinden bir tavırla karşıladı. Buna delil Clinton ile Davutoğlu'nun basın toplantısında Clinton’ın; ''özür dileriz'' açıklaması oldu.

- Belgelerdeki tüm iddialar basında hep Ortadoğu merkezli verildi. Hatta Türkiye merkezli. İsrail'den bahsedilmemesi manidar. Wikileaks maalesef burada ‘bile bile lades’ dedi. Ancak şimdiilik Ortadoğu. Önümüzdeki günlerde 'demek akıllanmadınız' gibisinden belgeler çıkarsa şaşmayalım!

- ABD’nin etkisi ve siyaseti artık Ortadoğu’da bir işe yaramıyor. Bu belgelerle bu tescillendi. AK Parti hükümeti ABD'yi görmezden gelip Neo-Osmanlı tavrında. Türkiye ve çevre ülkelerde etkinlik yeniden işlerlik kazandırılmak istendiğinden el altından 'yeni bir proje J.P. Assange aracılığıyla servis edildi.' Bunu destekleyen birçok iddia belgelerde mevcut. Bu da Assange'ın bir açığı veya ABD direkt olarak bu mesajı vermek istedi.

- Ortadoğu'ya ancak bu şekilde bir şekil verilebilir. Zira açıklanan belgeler tam da ABD'nin istekleri doğrultusunda ancak bazı yerlerde açıklar verildiği unutulmamalı.

- ABD’nin haberi olmadan 100 metre gibi kısa bir mesafede kutu salçalar bile bir yerden bir yere intikal dahi ettirilemezken burada nasıl oldu da koca sanal bir dosya alaşağı edilemeyerek bir zafiyet gösterildi? Filmlerde izlediklerimiz 'sadece bir film' mi yoksa!?

- Haliyle tüm siteler çökertilebilir şekilde ortaya çıkmış ve tasarlanmıştır. ABD bu işin merkezidir. ABD’nin ulusal çıkarlarına halel getirecek bu site neden ve nasıl çökertilemedi?

- Bu iki soruya tek cevap ‘ABD’nin milli çıkarlarının yeniden inşaası ve getirdiği yarar’ şeklinde okunabilir.

- Artık daha şeffaf bir politika izlenmesi gerektiği, bununla beraber 'kartlar masada açık olsun' şeklinde bir yazı tura olabilir.

- Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in şu anki hükümetten hoşnut olmadığı ve devamlı surette Rusya ile temasa devam ettiğini görmek için müneccim olmaya gerek yok. Dolayısıyla Arapların birbirlerine karşı kin ve düşmanlıklarını biliyoruz. Yeni bir şey yok.

- Assange kimlerle temasta? İngiltere ayağında durum ne? İngiltere’nin sesi soluğu neden çıkmıyor? Bunlara cevap veremiyoruz. Sadece düşünelim.


Düşünmek çözmenin yarısıdır. Dünya bunları konuşurken yine çoğu şeyden mahrum kalıp bir çok gelişmeyi görmezden geleceğiz farkında olmayarak. Düşünelim!..

İç yansımalar...

İç gündeme dönük baktığımızdaysa maalesef CHP'nin çift başlılığını ve sanki 'açıklansa da bizim söylediklerimiz doğrulansa' gibisinden yaklaşımı ana muhalefete karşı iç gündemde menfî düşünceleri pekiştirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Oyan'ın belgeleri 'malumun ilamı' şeklinde görmesi, Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi'nin ise ''doğruluğu, yanlışlığı ayrıca tartışılması gereken konular. Ben o kadar ciddiye almıyorum'' şeklindeki beyanatı bunu gösterir nitelikte.
MHP ise ''iç siyaset malzemesi yapmayacağız'' demekle gelişmeleri izleyeceği mesajı verdi.
AK Parti ise 'bekleyelim, görelim, değerlendireceğiz' politikası güdüyor. 

Belgeler için araştırma-soruşturma grupları kurulması güzel bir fikir. Fakat sineğin yağını çıkarıp ekmeğe sürmeye yeltenmek pek etik olmayacaktır.

Bu arada Ufuk Uras'ın Twitter'dan konuyla ilgili paylaştığı ''Hani bilgi toplumundan yanaydık, fena mı uluslararası diplomaside gizli saklı bir şey kalmasın. Unutmayalım Bolşevikler Rusya'da iktidara gelir gelmez ilk yaptıkları iş gizli belgeleri açıklamak oldu'' iletisi hiç de fena değildi. Eğer bilgi toplumu ise herkesin herşeyi belli bir sınıra kadar bilmesi gerekir. Ancak Libya Lideri Kaddafi'nin Ukraynalı bir hemşire ile uçkur muhabbeti de beni ilgilendirmez. İlham Aliyev'in eşinin 'yakından bakılınca yüz kaslarına bile hakim olamadığı' estetik operasyonları da!

Ayrıca hükümetin uyguladığı dış politikaları 'Amerikan projesi' diye adlandıranlar bir kez daha düşünmeli. Hükümetin artık anti-Amerikancı olduğu fâş olmuştur. Ya da oturup 'neden Neo-Osmanlı' diye söylenelim...

Son olarak Mahir Kaynak'ın da konuyla ilgili değerlendirmesi yazımızla paralellik arz ediyor. Diyor ki: "Eğer bunlar yayınlanıyorsa onlara gizli demenin bir manası yok. Burada süreç şöyle ilerler, önce belgeler üzerinde gizlilik kaldırılır. Ondan sonra bunun kamuoyuna istedikleri gibi yansımasını sağlarlar. Bu türden gizli bilgileri sızdıranlar hapse atılır, hatta idama mahkum edilir. Öyle olmasa casusluk diye bir şey kalmaz. Belgelerin bir kısmı gerçek bir kısmı ise sonradan eklenmiş olabilir. ABD hükümeti durumu kendisi yönetiyor. ABD bu yolla Dünya kamuoyuna söylemek istediği sözleri söylüyor."

Sayın Kaynak en güzel özeti yapmış bulunuyor. Fakat bizler de yukarıdaki sorular ve analizler bazında konuya temas edersek herşeyi açıkça göreceğiz.
Diplomatlar merkeze yine belgeler geçecek, hükümetler değerlendirecek, heyetlerarası görüşmelerde yine tebessümlü suretler görülecek, iç gündemde değişen bir şey olmayacak. Seçimler öncesi sadece kısır bir tartışmanın ürünü olarak kalacak.
Yeni bir yıla girerken kucakta bir bebek daha... Bakalım ne zaman susacak...
Yani güneşin altında söylenecek çok şey yok aslında ama madem kimse bazı şeyleri hatırlamıyor ve çözemiyor tekrar etmekte bir beis yok...

*Güneşin altında yeni (hiçbirşey) bir şey yok...