24 Mayıs 2012 Perşembe

Beklenmeyen Kaza!..

Bir kez daha şükrettim, bir kez daha dayanağı oluştu, sağlam bir temele oturdu; 'dünyada bulunduğumuz süre zarfında yer kalay, gök bakır olsa rızktan endişe etmeme ve aç kalmayacağımıza dair' o müjde. Bu gidişle ne aç kalırız ne de açıkta!.. Medya varlığını sürdürdükçe bizlere de yeni iş kapıları açılacaktır muhakkak. Bir internet sitesi, bir gazete, dergi ya da kitap… Her ne ise o 'bunlarda' varlığımızı sürdüreceğiz biz de.

Özel bir haber televizyonunun canlı yayınında haberi aktarmaya çalışan muhabirin ayna gibi parlayan ve kameramanlara diyafram problemi çıkaran kafasından odamı ışıtan o sözü duyunca neşelendim bir an. Hava parçalı çok bulutlu bir Ankara havası idi. 'Ne yazmalı ne yazmalı…' derken 'sen çok yaşa' nidâsıyla şenlendi yuvam. Gerçi yayınlayacağım yazı hazırdı. Fakat arşivde sürmanşete çekip, bu yazıyı manşetten vermeyi uygun gördüm.

Bilindiği üzere 31 Ocak 2009 Cumartesi günü Bolu civarında bir ambulans helikopter düşmüş, bir emekli kara pilotumuz hayatını kaybetmiş, yabancı bir pilot da ölmüştü. Emekli kara pilot Albay Süleyman Kıyak için 2 Şubat Pazartesi günü Ankara Kocatepe Camii'nde bir tören düzenlendi. İşte bu törenden bilgiler aktarmaya çalışan muhabirimiz 'dakika bir gol bir' tadında bir söz sarf etti. 'Cumartesi günü beklenmeyen bir kaza! sonucu yitirdiğimiz…'
Zaten gerisini dinlemeye gerek kalmadan kapatıverdim televizyonu. Söylenen sözlere fazla takılmayan, katı kuralcılığın ötesinde 'iletişimin tamamlanması' tezimle hayat boyu aç kalmayacak birisi olan ben, bu söz karşısında 'oha falan oldum yani!' Kusuruma bakmayın bunu söylediğim için. Konuyu sıvamak bir yana bu kadar da değil ama benim dahi kanıma dokundu! Bunu bir sunucu veya spikerin yapması kabul edilemez zaten. Bu kişinin muhabir olmasını da geçtik fakat lise diploman da mı yok be kardeşim? Heyecan diye savunma noktası oluşturmak isteyenlere de bu kişinin bu işinde 'kaşar' olduğunu belirtmek isterim. Bize bir de en önemli 'siyasi, polisiye ve adliye' haberlerini aktarıyor. 

'Kaza nedir?' buna bakmak lazım önce. Yani kaza, beklenmedik zamanda, ansızın olur. Değil mi? Yani geçip otobüsün karşısına 'gel ulan, geeeel, gel de çarp sineye…' derseniz bu beklenmeyen kaza mıdır, beklenen mi? Hem kazalar beklenseydi bu lâf o muhabirimizin ağzından çıkar, kaçar mıydı? Onun için kazaya rıza göstermeli ve belki de bu 'beklenmeyen kaza'yı 'kazârâ' oldu varsaymalı!..

6 Mayıs 2012 Pazar

“Abrakadabra” derken aslında ne demek istiyoruz?

“Abrakadabra” Ârâmîce bir kelîmedir.  

Abra” Ârâmîce’de “yaratacağım” anlamına gelir. “Alef, Bet, Reş ve Alef” harfleriyle yazılır. Fiilin kök “B-R-Alef”dir. Bu kök İbrânîce’de de Tevrat’ın ilk cümlesi olan “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı”da “Bereşit Bara Eloim et Aşamayim veet Aarets” cümlesinde “Bara” yani “yarattı” olarak karşımıza çıkar. 
Aynı kök Arapça’da da –çoğunlukla yerine H-L-K kökü tercih edilse de- bulunur ve kullanılır. “Abra” sözcüğü de bu kökten az önce sözü edilen gelecek zaman veznine göre türetilmiş bir sözcüktür ve “yaratacağım” anlamına gelir.

“Kadabra” kısmını ise açıklamadan önce bir kez daha bölmek gerekiyor, “Ke’dabra” şeklinde. Buradaki Ke ya da Ki, Ârâmîce’de bir bağlaçtır. Arapça’da “Key”, İbrânîce’de “Ki” şeklinde görülen bu bağlaç İngilizce’deki “like, as, that”, Fransızca’daki “afin que” ya da Farsça’daki “Ke” bağlaçlarıyla benzer ya da aynı anlamdadır. Türkçeye de “ki” olarak çevrilebilir. Kef ve Yod harfleriyle yazılır.
 
Dabra, sözcüğü ise yine Ârâmîce ve İbrânîce’de ortak olan bir kökten, söz, söylemek, demek anlamındaki D-B-R kökünden gelmektedir. Aynı kök İbrânîce’de Tevrat’ın Tesniye Kitabı’nın İbranice adı olan DeVaRim sözcüğünde karşımıza çıkmaktadır ki: bu ad, “sözler” anlamına gelir. Abrakadabra’nın “dabra”sı ise “söyledim, dedim” anlamına gelir Ârâmîce’de. Sonuç olarak Abrakadabra ile ilgili buraya kadarki bilgileri bir araya toplarsak elimizde şu cümlenin olduğunu görürüz: “Söylediğim gibi yaratacağım”. 

Abrakadabra, kanımızca Ârâmîce’de “söylediğim gibi yaratacağım” anlamına gelir ve henüz Sihirbazlara, “illüzyonist” denmediği dönemlerde bu türden sihirbazların bu cümleyi dillendirmeleri oldukça mantıklı görünmektedir. Arapça, Farsça bir birleşik sözcük olan sihr (büyü) ve baz (oyun, oynayan)’ın böyle bir oyun oynamış olması mümkündür... 

Bazı sözleri dillendirirken ne anlama geldiklerini bilmeden söylediğimizden belki de bu bilgi bizleri aydınlatacak ve söylediğimiz kelîmelerden kurduğumuz cümlelere kadar daha titiz davranmamıza sebep olacaktır.


Not: Dil uzmanı ve çevirmen Mahir Ünsal Eriş’in notlarından derlemedir…