20 Ocak 2011 Perşembe

Hatırlanmak Gerek!..

Beni kim, niçin merak etsin? Ben başkalarını merak ediyor muyum? Hayır… O zaman; 'merak ettiğin kadar merak edilirsin.' Ya da şöyle diyelim: 'karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun.'

***

Geçenlerde (çok çok önce) bir gazetenin ekinde efsane Rus yazar Lev Tolstoy'un beşinci kuşaktan torunuyla yapılmış bir röportaj yayınlanmıştı. Kendisi KKTC'de konser vermeye gelmiş o sıralar. -Daha önce İstanbul ve Ankara'da da konser vermişti- Bizim acar muhabirlerimiz de bu haberi atlamamış tabiî. Keşke atlasalardı! Zira röportajı okuduğumda hayal kırıklığına uğradım. 
'Neden' diyeceksiniz. Gayet basit. Yayınlanan röportajda, kendisi de sanatçı! olan 30 yaşındaki Victoria Tolstoy, 'numune-i imtisal' (örnek alınacak kişi) bir şahıs olan dedesinin hayat hikâyesinin araştırıp araştırmadığına yönelik soruya "ibret-i âlem" olacak şu çarpıcı cevabı veriyor: "Hayır, doğrusunu söylemek gerekirse hayatıyla ilgili fazla araştırma yapmadım. Biyografisini okumadım. Çok fazla şey bilmiyorum!.."

Kendisine dürüstlüğünden dolayı teşekkürü bir borç biliriz. Aslında doğal bir reaksiyondan ibaret Victoria Tolstoy'un bu sözleri. "Ben İsveçliyim" diyor torun Tolstoy. Zaten son çıkardığı albümün ismi de 'My Swedish Heart' (Benim İsveçli Kalbim.) Kendisinin tanınmasında soyadının etkisinin olduğunu da inkar etmiyor zarif bayan. Şunu da ekliyor ayrıca; "Okumayı çok seviyorum ama yazamıyorum. Dedemin sadece Anna Karenina eserini okudum."  Bu röportaj böyle uzayıp gidiyor…

Röportajı okuduktan sonra empati kurmayı denedim. Başarılı oldum mu bilemiyorum ancak benim dedem Lev Tolstoy olacak, Victor Hugo olacak, Recaizâde Mahmut Ekrem olacak ve ben bunların geçmişiyle ilgilenmeyeceğim!..Size bir anımı anlatayım...

Üniversite'de arkadaşlarla dergi çıkartma girişimimiz oldu. İlk sayımızda Çetin Altan'ı kapak konusu yapmak istedik. Kendisiyle bir şekilde irtibata geçip randevuyu koparttım. O misafirperver edası ve bilge duruşuyla Çetin Altan ile dört saate yakın bir sohbetimiz oldu. Kendisi gençlerin içinde bulduğu 'ahvâl ve şeraite' -varın siz düşünün- değindi. Çok şeyler konuştuk kozmos üzerine! Sohbetin ilerleyen dakikalarında bir soru sordum; "Sizce başarı ve mutluluk nedir?" diye. Yanıtı ise o kadar manalı idi ki; oturup adam akıllı bir kitap bile yazılabilir. Çetin Altan'ın söylediklerini birebir aktarıyorum: "İnsanlar ikiye bölünür; mezara girenler ve ansiklopediye girenler. Mezara girenler ikiye bölünür; zengin olanlar ve zengin olmaya çalışanlar. Ansiklopediye girenler ikiye bölünür; salakları yöneten siyasetçiler ile bilimciler ve sanatçılar…"  

Peki ben hangisinden olacağım? Bu sorunun cevabını hâlâ arıyorum, araştırıyorum. Umarım günün birinde, aradığımı, tozlu rafların hiç açılmamış o sayfalarının arasına gizlenmiş mürekkepli tadında bulabilirim. Ya da yere düşen "Nar Taneleri"ni toplarım teker teker.

Son olarak "hatırlanmak diyor"  bizim cazcı Tolstoy ve röportaj şu manidar sözlerle tamamlanıyor.
Soru: "Peki şarkılarınızla dedeniz gibi 100 yıl sonra da anılır mısınız?"
Cevap: "Umarım. Zaten sanatın amacı da bu değil mi? Başarılı olmak ve bir iz bırakıp her zaman hatırlanmak."

***

Ben de 'unutmadan' aktarayım. Can Yücel, 'Her şey Sende Gizli" adlı şiirinin son kıt'asında şöyle sesleniyor:
"Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin; bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin..."

10 Ocak 2011 Pazartesi

Geldin...

Daha yazılmadık kelimelerim var benim
Sen varsın daha yazılacak
Sayfalarca
Henüz kağıt yüzü görmemiş kalemlerim var benim
Bekledim
neden sonra sustum
Ellerin ellerime değdi
Kanımca…