27 Ocak 2016 Çarşamba

Türkiye’de ve Dünya’da Teknokentler…

Teknokentler, bir üniversite bünyesinde, araştırma kurumlarının ve sanayi kuruluşlarının aynı ortam içerisinde araştırma, geliştirme ve inovasyon çalışmalarını sürdürdükleri, katma değerli ürünler ortaya çıkardıkları, birbirleri arasında bilgi ve teknoloji transferi gerçekleştirdikleri; akademik, ekonomik ve sosyal yapının bütünleştiği organize bir araştırma ve iş merkezleridir. Bilime, sanayiye, kalkınmaya ve teknolojiye dair ne ararsanız bu yapıların içinde bulabilirsiniz. 

Dünya’da kuruluş tarihleri elli yılı bulan Teknokentler, 1989 yılından itibaren Türkiye’de de kurulmaya başlanmış, günümüzde ise aktif Teknokent sayısı 40'a yaklaşmıştır. Teknokent ya da başka bir deyişle Teknoparkların bünyesindeki firmaların toplam ciroları 8 milyar lirayı aşmaktadır. Bu açıdan baktığımızda ekonomi ve kalkınmanın da bir lokomotifi konumunda bulunmaktadırlar. Türkiye'nin ilk Teknokenti olan ODTÜ Teknokent ise en fazla ihracat ve ciro yapan merkez… ODTÜ Teknokent’te, yıllık 260 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiriliyor. Denizli’de ise Pamukkale Teknokent’in kurulması 2007 yılında onaylanmış ve 2010 yılında itibaren de ilk firmalarını kabul etmeye başlamıştır. Şu an 100’e yakın firma Pamukkale Teknokent’te faaliyet göstermekte olup hem Denizli’nin hem de Türkiye’nin kalkınması ve ekonomik gidişatına pozitif yönde fayda sağlamaya devam etmektedir.


İnovatif düşün, yenilikçi ol…

Teknokent’lerde yer alabilmek ve sunduğu imkanlardan yararlanmak için bir fikrinizin olması yeterli diyebiliriz. Kısaca Ar-Ge’nizi yapmalı, fikrinizi projelendirmeli ve bunu temellendirerek savunmasını yapmalısınız. Bu aşamaları geçtiğiniz takdirde bir iş yeri sahibi olmak ve teknoloji transferleri sağlamak hiç de zor değil. Mesela, teşvik noktasında, 4691 no’lu Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Teknokent bünyesinde faaliyet gösteren girişimci firmalara, çeşitli alanlarda vergi ve KDV muafiyeti avantajı sağlanmaktadır. Böylece bu teşvikler aracılığıyla, “ileri teknoloji üreten ve kullanan, ülke ekonomisine daha yüksek katma değer ve istihdam sağlayan, uluslararası rekabet gücü yüksek firmaların oluşumu desteklenmektedir. Buna paralel olarak bölgede çalışan firmaların yazılım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları; kurumlar vergisinden, bölgede çalışan araştırmacı, yazılımcı ve Ar-Ge personelinin bu görevleri ile ilgili ücretleri her türlü vergiden, Sigorta Primi Desteği olarak, ücreti gelir vergisinden istisna tutulmaktadır.

Bütün bu avantajlar ve sağlanan destekler elbette ülke sathında girişimci ruhun, teknolojik üretimin, buluş-patent sayısının artmasını da beraberinde getirmesi gerekiyor. Fakat bu konuya biraz yabancı kaldığımız için ya da “ne sütü içeyim ne de yoğurdu üfleyerek yiyeyim” mantığından kurtulamadığımızdan ilerleme sağlanamıyor. Bu durum da ister istemez ekonomik kalkınma ve buluş-patent ikilisinin düşük oranlarda gerçekleşmesine yol açıyor. Örnek verecek olursam; 2011 yılında Teknokentler’den çıkan patent sayısı 153, aynı yıl Japonya’da üniversitelerin ürettiği patent sayısı ise 197.594… TPE verilerine göre de 2014 yılında patent başvuru sayısı 4.857 olarak yer almaktadır. Hâlâ yeterli bir sayıya maalesef ulaşılamamıştır. Bu durum, tescil-tasdik sürelerinin uzun sürüyor olması ve Teknokentlerin ülkemizde ne denli bir buluş mekanı olduğunun henüz yeterince bilinmemesi ve merak edilmemesinden ileri geliyor… İlinizdeki Teknokentleri merak edip ziyaret ederseniz, en azından “burada neler oluyor, neler yapılıyor” diye bilgi alırsanız, girişimci ruhunuz ve fikriniz ‘hayat suyu’ ile yeşerecektir; buna emin olun.

Yatırımda kuşak çatışması mı?

Bir de Türkiye’deki iş hayatında genel olarak birinci kuşak sermayeyi koymuş, ikinci kuşak bu sermayeyi kaybetmemeye ve kendi çapında hacmini katı sınırlarla çizerek genişletmeye çalışmıştır. Üçüncü kuşak ise birinci ve ikinci kuşağa kendini ispat noktasında girişimci ruhunu, kazanım ve kârı yüksek yatırımlara yönlendirmeye çalışmaktadır. İkinci kuşak, ticari noktada muhafazakâr ve tutucu (geleneksel) bir iş modelini benimsediğinden, eldekini tutmaya ve ürün almaya-stoklamaya gitmiş ve “bir yardım-destek-teşvik-hibe varsa işin içinde mutlaka bir iş vardır. Kim kime yatırım için geri ödemesiz maddi aktarım yapar ki?..” düşüncesiyle aslında çoğu imkanı gözden kaçırmıştır.
Vakit, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleme ve hedefe net bir şekilde kilitlenerek 2023 hedeflerine yönelme vaktidir. 
Unutmayın, yatırım sadece bir şirketin-firmanın yatırımı değil; ülkenin kalkınmasına, Ar-Ge’sine, bilim, sanayi ve teknolojisine yapılan katma değerli ve herkesin-her kesimin kazandığı bir sistemler bütünüdür. Büyük devlet ve ekonomisi güçlü devlet olmanın yolu da buradan geçmektedir. O yüzden şu sözümü hatırlatıyor ve not ediyorum: “Pazarola hayrola…”

Hiç yorum yok: