13 Ağustos 2014 Çarşamba

Sağlık olsun TDK!..

Geçenlerde karha ile ilgili bir yazı okudum gazetede. Sağlık sayfasında o kadar çok bilgi vardı ki kazıma’nın nüfus artışını engelleyeceği söyleniyordu. Mide kanaması geçiren bir kişinin de kazurat’ı siyah olurmuş. Hemen bir hekime başvurmalıymış. Ayrıca ‘dobaz olursanız sakın kaşınmayın, doktora gidin’ diyordu bir uzman. Bir belirge geçirirsem hatrımda olsun bâri. Ya Paçavra Hastalığı’na tutulsam n’apacağız? Tanıtmalık olmadan da ilaç kullanamam ki ben. Ne alâka ise…  
***
Gecenin bir vakti açmışım televizyonu. Reklama denk geldim. Kılsızlaştırma’dan bahsediyordu; uygun bir fiyatla. Neden sonra aklıma geldi, kılkeser’im bitmiş. Uyuyakalmışım koltukta. Sabah erkenden uyandım, bakkala gittim. Kılkeser’imi aldım. Hem gitmişken kokugideren de alayım dedim. Hanım da evden çıkarken ‘kirgideren al’ diye tembih etmişti. Kalmamış evde de... Düzgüncü bir bayan ıtriyat reyonunda yüzyapım ile meşguldü. Garibime gitti. Yüzyapan bir kişi ne arar ki burada? Öyle durup dururken kafam çatlarcasına yarım baş ağrısı tuttu. Süregen bir belirge gerçi bu. Tepke olarak çökkünlük geçirdim dolayısıyla… Reyonda bunları düşünürken de üşümüşüm. Terletici’ye ihtiyaç duydum bi’an.
***
Eve geldiğimde televizyonu açtım. Yozlaşma’dan olacak hiçbir şey yoktu kanallarda. Bir belgesel vardı. Takıldım kaldım. Ölü açımı anlatılıyordu. Köprüleme-aşırtma geçiren kişilerin cesetleri vardı. Özellikle seçilmiş bunlar. Birisi de erdişi imiş! İki senede bir tambakım yaptırsaymış insan yaş dönümü geç olabilirmiş. Tambakım mühim! Bir de ölü açımı’nda bulaş savma işlemi önemliymiş. Tam bir özezer işi! Peklik oldum inanın izlerken.  
Neyse… Dün akşam işten çıktığımda hastaneye gittim. Kapanmasına on beş dakika vardı. Ararbulur’dan geçtim. Yayılgan bir halde daldım içeri. Âdeta yerel duyum yitimi olmuşçasına ayaklarım tutmuyordu. Hastaneleri oldum olası sevemedim zâti. Yarımca bebekler mi dersiniz, ışınetkin içeren ışıma aletleri mi… İvegen solunum yetmezliği çekenler, uyuşturum’dan uyuşa uyuşa çıkanlar, çöpteki şırıngalama’lar… Bir kızı da Âcil’e getirmişler; yelpik krizine tutulmuş yavrucak…
***
Sanırım gözlerimdeki akbasma yüzünden tüm bu yazdıklarım. Tutarık geçirir insan ve bir varsanım’dan öteye geçmeyecek düzeyde kalır cümlelerim…
***
Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından oluşturulan çalışma grubu, eczacılık terimlerine bulduğu karşılıklarla ilk Türkçe Eczacılık Sözlüğünü hazırladı. Yaklaşık 12 yılda hazırlanan ‘İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü’nde, eczacılık terimlerine bulunan ilginç ve bir o kadar da garip karşılıkların yanı sıra halk diline yerleşen fakat bilimsel anlatımda yeri olmayan sözcüklere de yer verildi. TDK Başkanı, sözlüğün çalışma grubunda yer alan 11 öğretim üyesinin çabalarıyla hazırlandığını ve yaklaşık 12 yılda tamamlandığını söyledi. (!) 


Beni, yazarken peklik; sizi, okurken dobaz eden İşbu makale, TDK tarafından hazırlanan “Türkçe Eczacılık Sözlüğü” üzerine kaleme alınmıştır… Kalın siyah yazılı terimler, TDK’nın bulduğu karşılıklardır. Artık Türkçe çevirisi size kalmış dostlar...

24 Haziran 2014 Salı

"Havadan Sudan" sebeplerle "Su Savaşları"na hazır olun...

'Mavi Altın' için savaş tamtamları çalmaya başlıyor...


Küresel ısınma, kuraklık, seller, kar fırtınaları, âni mevsim değişiklikleri, buzulların erimesi. Hava sıcaklıklarının iki gün arasında on dereceye kadar artması veya düşmesi ve neticesinden su kıtlığı...

Ne derseniz deyin, bir felaketin eşiğinde olduğumuzu kimse yadsıyamaz. Türkiye, son yıların en kurak kışlarından birini yaşıyor. Hava sıcakları mevsim normallerinin üzerinde seyrederken, yağışlarsa yine mevsim normallerinin altında bulunuyor. 
Yurdumuz kışı, bahar havasında geçiredursun, küresel ölçekte 
yaşananlardan öte ülkemizdeki meteorolojik felaketlere bakacak olursak, bunun başını “su”çekmektedir. Su… Hayatın olmazsa olmazı. Önemini, çok basit bir misal olacak ama vücudumuzdaki yüzdelik orandan da -yüzde 70’ler civarında- anlayabiliriz. 

Uluslararası kulislerde suyun stratejik adı “Mavi Altın”dır!..

Peki su için birbirimizi öldürür müyüz? Kanlı savaşlar çıkar mı? “Bir bardak suda” boğulur muyuz?!



İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, böyle bir savaşın öngörülebilirliğine değinirken, Dr. İsmail Kapan, 2007’de çıkan “Suyun Stratejik Dalgaları” isimli kitabında böyle bir ihtimalden bahsetmiş ve  “Dünya’yı su savaşları mı bekliyor?” diye sormuştu.

Küresel Isınma (Global Warming) nedir diye soracak olursanız, sera gazı olan karbondioksitin salınımının artması dolayısıyla dünyanın ortalama sıcaklığının yükselmesi diyebiliriz. İşte bu artıştan sonra yaşadıklarımız ise iklim değişikliği oluyor. Tüm bu yaşananlar, kimi yerde aşırı sıcaklara, kimi yerde aşırı yağışlara, kimi yerdeyse aşırı kar yağışlarına sebep oluyor.

Şunu belirtelim. Dünyanın ve ülkemizin dört bir yanı yağış alacak ancak yağış görülen kesimler kuzey çevreleri olacak. Prof. Dr. Kadıoğlu da, sıcaklık arttıkça hidrolojik su çevriminin de hızlanacağını fakat yağışların kuzeye kayacağını söylüyor. Bu şu anlama gelmektedir. Küresel ısınma ile yağışlar azalmayacak ama yere düşüş şekli ve bölgesi değişecek! 

Bu da herşeyi açıklar nitelikte. Uzmanlar, “yağışın miktarının değil, rejiminin önemli” olduğunun altını çiziyor zira… 

Unutmayalım. Şu anda İstanbul, Bulgaristan sınırından Bolu’ya kadar bütün suları topluyor. Demek ki İstanbul’un su sıkıntısı var ve diğer havzalardan su getiriyor!

Kadıoğlu, “Dünyayı boş verin, Türkiye’de şehirler arasında su savaşları çıkacak. İstanbul, Edirne ve Kırklareli’nden su isteyecek ama orada da kuraklık olacağı için o şehrin halkı su vermek istemeyecek. Köyler arasında bile su kavgası çıkacak. İnsanlar diğer şehirlere giden su borularını kesecek!” ‘kehâneti’nde bulunuyor. Korkutucu değil mi? 

Kusura bakmayın ama buna hazırlıklı olmamız lazım. İklim değişikliği ve hava durumu su kıtlığında son bakılıp aranacak son sebeptir. Yanlış/yersiz arazi planlaması, sanayi bölgelerinin yanlış seçilmesi, su havzalarının yerleşime açılması ya da kirletilmesi su kıtlığının asıl sebebi olarak göstermekte Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu… 

Mesela, Sultanbeyli… Plansız programsız kocaman bir şehir adeta. Kadıoğlu, Sultanbeyli için “buraya yağan yağmur eskiden toprağa sızarak Ömerli Havzası’na gidiyordu. Şimdi çatılardan yollardan kanalizasyona akıp denize gidiyor” demekte… 

Meğerse ne kadar önemli imiş “havadan sudan” konuşmak! 

Bu deyimi kullanırken de “havadan sudan” sebeplere yormamak 

lazım kanımca…



Peki ülkeler/şehirler arası bir “su savaşı” çıkar mı?

Hatırlanacağı üzere Arap ülkeleri ve İsrail arasında defalarca su savaşı yaşandı. Hatta öyle ki, İsrail ile Suriye arasındaki savaş hâli günümüzde bile resmen sona ermiş değil. İki ülke arasındaki ihtilafın en önemli noktasıysa, su rezervleri açısından büyük öneme sahip “Golan Tepeleri” meselesi... İsrail, Golan Tepelerini geri verse dahi suyun kendisine kalmasında baskıcı bir tutum sergilemekte…

Ayrıca ABD istihbarat birimlerinin 2012’nin Mart ayında hazırladığı bir raporda da, dünyayı su savaşlarının beklediği, kuraklık, seller ve taze su eksikliğinin önümüzdeki yıllarda önemli bir küresel istikrarsızlık ve çatışmalara yol açacağı belirtilmişti. 
Gazeteci-Yazar Dr. İsmail Kapan’ın, “Suyun Stratejik Dalgaları” kitabı da işte bu açıdan çok önemli. Dr. Kapan’ın kitabından cımbızladığım alıntılarda şu hususlar çok önem arz etmektedir:

- Merkezi Washington'da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1986'da durup dururken, “Orta Doğu'nun Su Sorunu” başlıklı bir rapor yayınlar. Raporda, bölge
deki kuraklığın artacağı, nehir debilerinin azalacağı, günlük hayatta suyun petrolden daha değerli olacağı gibi araştırma sonuçlarına yer verilir ve bir de kehanette bulunulur: “Nil, Ürdün ve Fırat... Orta Doğu'da, gelecekteki bir savaş, mutlaka bu üç nehrin sularının paylaşılmasından çıkacak…

- (…) Enerji alanında petrolün alternatifleri çoktur. Oysa hayat kaynağımız olan suyun alternatifi bulunmamaktadır. Yani suyun yerine bir başka madde ikame edilmesi mümkün değildir!

- Ürdün eski Kralı Hüseyin’in şu beyanı dikkat çekicidir. “Hiçbir konu İsrail ile tekrar savaşa girmeye bizi zorlayamaz. Su hariç.” 

- BM eski Genel Sekreteri Butros Gali, Mısır’ın Dışişlerinden sorumlu Devlet Bakanlığı sırasında “Ortadoğu’da bundan sonraki savaş, politik nedenlerle değil, su yüzünden çıkacak” demiştir.

- İsrail eski Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın 1974’de yaptığı şu açıklama da aynı konuda dikkat çekicidir. “İsrail için su o kadar önemlidir ki, biz 1967’de Araplarla savaşa biraz da su kaynaklarını kontrol altına alabilmek için girdik…”

Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere evrensel boyutta su krizi giderek kaçınılmaz bir boyuttadır. Hatta bazı araştırma ve tahminlere göre, 2025 yılından itibaren üç milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze gelmesi kaçınılmaz olarak görülmektedir.

18 Mart 2014 Salı

Üzüme mi Sözüme mi?


Dilâ tahsîl edem dersen eğer zevk-i ilâhîden;
Nasîbini alur elbet giren Bâb-ı Hüdâyî’den!..
  

(Ey gönül! Eğer ilâhî zevki ve onun mahiyetini tatmak istersen, bil ki Hüdâyî Hazretleri’nin kapısından her içeri giren elbette nasibini alır...)

***
Aziz Mahmud Hüdai (Kuddise Sirruh) Hazretlerinin kabri şerifleri/türbesi...

***

"Üftade hazretleri, bir kış günü talebeleriyle dergâhta sohbet ederken, 'Taze üzüm olsa da yesek... Kim gidip Çekirge’deki bağdan üzüm toplar getirir?' buyurur. Mevsim kış, dışarıda diz boyu kar vardır. Talebeler, bu kışta, karda üzüm olmaz ki… Hocamıza bir şeyler oldu, istiğrak hali görüldü galiba, neyse birazdan geçer diye düşünürler. (İstiğrak, ilahî aşkla dünyayı unutup kendinden geçmek demektir.)

Bu arada, talebelerden Kadı Mahmud, 'Bunun bir hikmeti vardır, bizim için hocamızın sözü önemli' der. İzin isteyip Çekirge’deki bağa gider. Asmanın birini sarsar, karlar döküldüğünde, salkım salkım üzümleri görür, bu hocamın kerameti diyerek, bir sepet üzüm toplayıp dergâha döner. Yolda gelirken de bir çukura düşer. Boğazına kadar su dolu bir çukurdur. Civarda kimse yoktur. Sepet ıslanmasın diye yukarıda tutup, Cenab-ı Hakka yalvarırken, çukurun başından bir ses gelir, 'Ey Mahmud! Uzat elini de yukarı çekeyim' der. Başını kaldırdığında birinin kendisine gülümsediğini görür. Elini uzatır. Yukarı çıktığında, bir anda o kimseyi göremez olur. Yine sepeti omzuna alarak süratle dergâha gelir. Talebeler hayretler içinde üzümlere bakarken Üftade hazretleri, 'Evlatlarım, biliyorum, bu mevsimde üzüm olmaz. Maksadım üzüm değil, benim sözüme mi, yoksa üzüme mi kıymet verdiğinizi anlamaktı. Üzüme peki diyenler kaybederler, hiç üzüm bulamazlar. Sözümüze peki diyenler, bulsa da kazanırlar bulmasa da kazanırlar. Şunu unutmayın, dine hizmette, hocasına hizmette, çok sıkıntı olur. Arkadaşınızın çukura düşüp, Hızır’ın kurtarması gibi... Çile çoktur ama ecri de çoktur.'

Böylece Kadı Mahmud, hocasının sözüne kıymet verip, Kadı Mahmud iken Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri oldu."



Kaynak: Enver Ören ağabeyin, bir davet/yemekli toplantıda anlattığı menkıbeden alıntıdır…

28 Ocak 2014 Salı

Bedenin dili olur mu? İrfan Atasoy ile Beden Dili Üzerine...

Yabancı dil, işaret dili derken beden dili de önemli iletişim araçlarından biri. Hele ki oyunculuk eğitimi almayı düşünen bir meraklı iseniz yolunuz elbet bir gün beden dili ve diksiyona çıkacak. "Peki ama bedenin de dili olur mu canım?" diye soranlardansanız Uniact Studio eğitmenlerinden İrfan Atasoy ile yaptığımız söyleşiyi okumanızı öneririz.

***


Beden dili tam olarak nedir?

Beden dili dediğimizde aklımızda hemen şu belirmeli, "dilimin dışında konuşabilen bir vücudum var benim." Mantıkla örtüşmeyen bir şey gibi gelebilir bu size. Sadece kamera karşısında olan kişilerin değil, herkesin dikkat etmesi gereken bir mesele bu. Şöyle bir düşünün, okulda tahtaya kalktığımızda ya da bir önemli görüşmede vücudumuz kontrolümüzden kaç kez çıkmıştır kim bilir. Başımızın duruşu, ellerimizin şekli, ayaklarımız, gövdemiz… Rahatsızlığın tüm vücudumuza yayılmasını an be an hissederiz. Yani iletişimin sadece dil ile sözcüklerle olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. "Lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden üstündür" demiş atalarımız. Ne demek bu? Aslında tam da sorduğunuz sorunun cevabı burada yatıyor. Hâl dili, yani duruşun, davranışın, hâl ve hareketlerin, söylediğin sözden üstündür. Sen ne dersen de, söze değil, hâline bakılır. Ve sözden daha tesirlidir beden dili. Oyunculuk açısından baktığımızda ise şunu net bir şekilde söyleyebilirim. İyi bir aktör/aktris eline-koluna hâkim olan ve onları kontrol edendir. İyi bir oyuncuyu ellerini nasıl kullandığı ve nereye koyduğuna bakarak anlayabilirsiniz. O kadar çok oyuncu var ki ne eline ne diline hâkim olabiliyor. Tutarsızlıklar silsilesi âdeta… Kısaca, bir oyuncunun ya da beden dili eğitimi alacak kişiye tavsiyem şu olur, "yaptığınız söylediğini tutsun, söylediğiniz yaptığını…"

Hemen hemen her oyunculuk eğitiminde beden dili ve diksiyona yer veriliyor. Beden dili ve diksiyon oyunculuk için neden bu kadar önemli?

Bir önceki soruya verdiğim cevabın devamı gibi olacak bu soruya vereceğim yanıt. Çok önemli. Hem de çok. William Shakespeare'in Hamlet oyununda "Oyuncular Tiradı" vardır. Neredeyse tüm oyunculuk temrinlerinde öğrenciler çalışır bu tirada. Ezberlerler ve defalarca hocalarının karşısında oynarlar. Herkes baksın. Ve lütfen Sabahattin Eyuboğlu çevirisi olsun. Çeviri ve ahenk açısından bunu tavsiye ediyorum. Hamlet şöyle seslenir tüm oyunculara o tiradında, "Verdiğim parçayı, ne olur, dediğim gibi, rahat, özentisiz söyle.  Çünkü birçok oyuncular gibi söz parlatmaya kalkacaksan, mısralarımı şehrin tellalına okuturum daha iyi.  Elini kolunu da havalara savurma öyle; ölçüsünde, tadında bırak her şeyi.  Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını. (…)"  Yarım sayfa bir tirad bu. Kısaca bu şekilde anlatabilirim. Ve sanırım diksiyon, güzel konuşma ve beden dilini bundan daha iyi anlatan bir şey yoktur. 16. Yüzyılda söylenmiş bu sözler. Günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyor.

Bu konularda alınan eğitimler oyunculuk dışında hangi alanlarda faydalıdır? Örneğin, bu gibi eğitimlere katılmanın günlük hayatımızdaki yansımaları neler olabilir?

 Bu anlattıklarım sadece oyunculuk ya da kamera karşısında geçerli değil. Hayatımızın her alanını kapsıyor. İnsan, sosyal bir varlıktır. Devamlı iletişim halindedir. Ailesiyle, arkadaşlarıyla, okuldaki öğretmen ve hocalarıyla… Pazarda dahi bu böyledir. Alışveriş yaparken bile iletişim halindeyiz hep birileriyle. Bir ürün alırken o kişinin sözlerinden çok davranışlarına bakarız değil mi? Sözlerinden öte bedeninin dili, hareketleri önemlidir bizim için. Zira insanın ilk iletişime girdiği alan görseldir. Sonra sözel ve işitsel alan. Herkes kendisinin güven veren biri olarak algılanmasını ister. Ve konuşma. Görsel beden algısından sonra elbette sözler önem taşır. Güzel bir konuşma her zaman ilgi çeker ve dinlenilir kılar insanı. Güzel, tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır. Hakikaten öyle. Kelîmeleri doğru telaffuz etmek, sözcük haznesinin geniş olması ve düzgün bir konuşma sizi diğer insanlardan ayrıcalıklı kılacaktır.

Diksiyon eğitiminden neler beklemeliyiz?

Diksiyon, yani güzel konuşmadan beklentilerimizi, kullanacağımız bağlama göre değerlendirebiliriz. Kimisi bu işe gönül vermiştir. İletişim alanında faaliyet göstermek istiyordur. Kimisi oyuncu olmak. Kimisi işadamı/işkadınıdır. Diksiyon bilgisine sahip olmak sizi herkesin önünde görünmeyen bir şekilde hep bir adım önde tutacaktır. Diksiyon eğitiminden beklentileri bizler genelde sınıflarımızda katılımcılarımızın taleplerine göre şekillendiriyoruz. Ve o şekilde eğitimimizi sürdürüyoruz. Öğrencilerimizle birebir ilgilenip bu konuda yetkin insanlar haline getiriyoruz. Hayatının her alanında diksiyonun faydasını görmelerini sağlıyoruz.
 
Sizin bir de sunuculuk ve spikerlik geçmişiniz var. Bu alanlarda meslek edinmek isteyenler nereden başlamalılar?

Halen de devam ediyor bu işlerim. Herşeyin başı okumak. İlla okumak. Okumazsan konuşamazsın. Konuşursun ama pek dinleyenin olmaz… Ben kendimi bildim bileli okuyorum. Gerek kitap gerekse okul bağlamında. Öğrencilik hayatım hiç bitmedi. Bitmesini de hiç istemem. Beşikten mezara kadar demişler, öyle değil mi? Elektronik'ten sözel alana geçiş yaptığımdan bu yana kurslar, yarı zamanlı konservatuvar eğitiminin yanı sıra Halkla İlişkiler, İletişim Tasarımı Sinema-TV oyunculuğu ve Türk Edebiyatı yandal mezuniyetlerim var… Şu an Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Tasarımı Ana Bilim Dalı'nda yüksek lisans eğitimim devam ediyor. Ayrıca Felsefe lisansta ikinci sınıfa geçtim. Bunun dışında çeşitli kongrelere katılıp alanıma dair sunumlar yapıyorum. Bazı üniversitelere konuk öğretim görevlisi olarak gidip deneyimlerini paylaşıp ders veriyorum. Ulusal ve uluslararası tüm etkinlikleri mutlaka takip ederim. Her organizasyonda bulunmaya çalışıyorum. İstanbul Tasarım Bienali vardı. Uluslararası bir sanat etkinliği. Burada kusurluluk ile alâkalı bir performansım sergilendi 2012 senesinde, Kaosun Cazibesi adıyla. Güzeldi. Öğrendiklerim de zâyî olmasın diye Uniact Studio'da paylaşımlarda bulunuyorum. Bir öğretmen-öğrenci üslubuyla değil de sanki sohbet edermişçesine. Gelirlerse bekleriz. Güzel paylaşımlarımız oluyor… Bu arada da, unutmadan,www.atasoyirfan.com adresinden de yazılarımı yayınlıyorum.
 
Uniact Studio'daki Diksiyon eğitiminde öğrencilerinize ilk neleri öğütlüyorsunuz?

Öğrencilerimle öncelikle kısa bir sohbet ederim. Hedeflerini öğrenmeye çalışırım. Aslında bizim işimiz biraz da rahatlatıcı seanslar gibi geçer. Yani şöyle açıklayayım, kendinin farkında olmasını sağlamalısınız öğrencinin. Amaçları nelerdir, neden şu an sınıfta, hangi etkenler onu buraya getirdi gibi… Bu iş çok kolay derim. Herkes yapabilir. Asıl zorluk da burada başlar. Zoru geçen kolaya ulaşır. Kolaylık da sabırdan geçer. Ancak kabiliyeti olanlar bir adım öndedir. Okumaktan öte yazmak ve yazdığını sadeleştirip ezbere sanki o an anlatırmışçasına, irticalen, doğaçlama konuşma yapıyormuşçasına gerçekleştirmeleri gerekir. Güzel konuşmak bazan insanı sıkar. Şaşırmayın. Hakikaten öyle… Ama güzel konuşmaya hitâbeti katarsanız, jest ve mimiklerle, yani beden diliyle birlikte dinleyiciyi bunaltmadan saatlerce kendinizi dinlettirebilirsiniz. Oku, düşün, yaz, konuş… Aşamalarımız bunlar.  
 
Eğitiminizle ilgili olarak televizyonda ve radyoda sizi rahatsız eden Türkçe ve dil bilgiisi hataları var mı, en çok neler dikkatinizi çekiyor?

Nereden başlamamı istersiniz. Ekmeğimizi buradan yiyoruz desem yeridir… Şaka bir yana, hakikaten bu konudan en muzdarip olanların başındayım. Dil konusunda çok hassasım. Dolambaçlı, ağdalı anlatımlardan, kişilerin anlamadığı dilden yazıp konuşanlardan, deyim hataları ve söylemlerinden bıktım. Şimdi "Şırnak'ın derken yazıldığı gibi okuyacaksınız", "Şırnağın" değil ya da "Cemil Çiçek'in" derken "Cemil Çiçeğin" demenizde bir mahzur yoktur demeyeceğim. "İletişimin tamamlanması" tezim var. Hep bunu anlatıyorum. Yani benim mesajımı alıcı, anlamı bozulmadan alıyorsa "Şırnak'ın" derken de "Şırnağın" derken de o ilden bahsettiğimi anlıyorsa mesele yoktur. Mesaj alıcıya ulaşmıştır. Mesele kulağa hoş gelmesi, ses ahengidir. Tabii ki istisnalar var. Onlara değinmiyorum. Bu işte bu kadar kasıntı olmamak lazım. Bunlar hata değil. Fakat bu işin duayenleri dediğimiz kişiler kendi statükolarını devam ettirebilmek adına bize devamlı tabu gibi kelimelerin nasıl söylenmesi gerektiğini, âri Türkçe kullanılmasını gerektiğini dikte ettiler. Şapkaların kalktığını söyleyenler bile oldu. Hatırlarsınız, "Karımızı sizinle paylaşıyoruz" diye reklamlar vardı. "Karlı işler…" Yağmurlusu da var mı? Neyse, maalesef bu böyle. Bırakın benim kuşağımın, sadece bir kesimin anlayacağı takunya sesli kelimeleri haberlere soktular. Tuttu mu? Tutmadı. Zira dinleyici ve izleyici her daim kontrolördür bizler için. Aldatamazsınız. Direkt ikaz eder, yakalar. Misal, son zamanlarda yakaladığım kullanım ve söylem hatalarını aktarayım size: "Bilinmeyen sır, Beklenmeyen kaza, KPSS sınavı, Geri iade, Servis hizmeti, Full dolu, İlk başlangıç/tanışma, Boşuna israf, Arka fon, Nüans farkı, Yanlış hata…" ‘Beklenmeyen kaza' diye bir yazı dahi yazdım. "Dâhi" değil, "dahi" bu arada!.. Uniact Studio'da sadece diksiyon ve güzel konuşma değil, dil bilgisi aktarımlarım da olduğundan öğrencilerim bu açıdan da şanslılar…

İrfan Atasoy kimdir?

İstanbul'da doğdu. 2000 yılında bölgesel bir radyoda yayıncılık hayatına adım atıp kültür-sanat, şiir ve edebiyat programları yaptı.
2001 yılında TGRT FM'e transfer oldu. Çeşitli programlarda prodüktörlük, sunuculuk ve yönetmenlik görevlerinde bulundu. Ayrıca 2003 yılında Haber Merkezi'ne terfi ederek 17:00 ve 19:00 ana haber ile saat 22:00'de yayınlanan Günün Ardından haber programıyla sektörde önemli bir yer edindi. 2006 yılından itibaren ise ana haber bülteni hazırlaması ve sunumunu yaptı. Hâlihazırda TGRT FM'de hafta içi sabah kuşağında Merhaba Türkiye programını hazırlayıp sunmakta ve Haber Merkezi'nde editör-spiker olarak görevine devam etmektedir. Bu arada TGRT FM Drama Birimi'nde Radyo Tiyatroları ve Arkası Yarın'larda görev almayı sürdürmektedir.

İrfan Atasoy, 2001-2003 yılları arasında İ.B.B Gösteri Sanatları Merkezi'nde Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatroları ve konusunda söz sahibi oyuncu ve yönetmenlerden oyunculuk, 2003 yılında ise Kuşdili Eğitim Merkezi'nde Diksiyon-Spikerlik-Sunuculuk eğitimi aldı.

2005 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'nden mezun olup aynı yıl İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim Tasarımı (Sinema-Tv Oyunculuğu) bölümüne girdi. 2009 yılında İletişim Tasarımı'ndan iyi dereceyle mezun oldu.

Aynı üniversitede Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı alanında da Yandal yaptı. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Tasarımı Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans eğitimini sürdürmekte ve Anadolu Üniversitesi'nde de Felsefe Bölümü'nde eğitimine devam etmektedir. Birçok etkinlikte konuşmacı ve Üniversiteler'de konuk eğitmen olarak ağırlanan Atasoy, akademik alanda ulusal ve uluslararası kongre ve konferanslarda da bildiriler yayınlayıp sunumlar yapmaktadır. İrfan Atasoy, günümüz dünyasında "postmodern eğilimler ve problemleri" üzerinde çalışmalarına devam etmektedir.
2001 yılından bu yana birçok tiyatro oyununda rol alıp çeşitli oyunlarda rejisörlük yapan Atasoy, tiyatro çalışmalarının yanı sıra kısa filmlerde de görev almaktadır. Son olarak Kanal D'de yayınlanan "Ceza Mahkemesi" adlı sitcom ile polisiye dizi "Gece Gündüz"de rol almıştır.

İrfan Atasoy'un sinema, dizi, tiyatro ve radyo-televizyon programları üzerine projeleri sürüyor. Kongreler, açılışlar, fuarlar ve panellerde sunuculuk ile birlikte Türkiye çapında tanınan bir Voiceover da olan İrfan Atasoy, belgesel, tanıtım filmi, reklam ve televizyon programlarına sesiyle hayat verip dublaj yapmaktadır.
Ayrıca Uniact Studio kadrosunda Beden Dili ve Diksiyon eğitmeni olarak yer almaktadır.

***

(28.01.2014 tarihli meraklisiicin.com sitesine verdiğim röportajdan...)

Kaynak: https://www.meraklisiicin.com/blog/bedenin-dili-olur-mu-irfan-atasoy-ile-beden-dili-uzerine-bir-soylesi