Boş zamanlarımız o kadar çok ki haddi hesabı yoktur. Eğer
boş vakitlerimizi saniye saniye hesaplayabilseydik ne kadar zararda olduğumuzun
farkında olurduk. Ama tren kaçmış değil, koşarak yetişebilirsiniz.
Yetişemeseniz dahi – hani tren raylarından çıkan o yanık koku vardır ya –
geride bıraktığı koku cesaret verir size.
En azından bu yazıyı okuduktan sonra…
En azından bu yazıyı okuduktan sonra…
Misal; çalışıyorsunuz.
İşinize servis ile yahut toplu ulaşım araçlarından faydalanarak gidiyorsunuz. Ev ve iş arasındaki boş zamanı değerlendirebilirsiniz.
Nasıl mı?
Kitap okursunuz ya da teknolojik cihazlarınız vasıtasıyla sesli kitapları dinleyebilirsiniz. Ne bileyim, insan davranışlarını inceler ve üzerinde düşünürsünüz…
Size, benim uzun zamandır uyguladığım bir teknikten bahsedeyim. Nesneleri büyütün, küçültün, piramit şekline sokun. Değişik şekiller verin. Bir otobüsü kibrit kutusu, durakta bekleyenleri de kibrit olarak düşünün. Kibrit kutusunun LPG ile çalıştığını, bunun tehlikesinin ise önü alınamayacak ne gibi sonuçları ortaya çıkaracağını sorun kendinize ya da kibritlere! Nesneler arasındaki küçüklük büyüklük farkını değiştirdiğinizde, bir elmayı karpuz gibi görmeye başladığınızda anlayın ki aslında beyninize ince ayar çekiyorsunuz demektir.
Boş zamanlarınızı kendinizi geliştirecek işlere verin.
Boş boş bakmayın sokaklara, bulunduğunuz ortama. Baktığınız bir arabanın jantının hemen içinde yer alan fren balatası olabilir. Onu hissedin ve ne işe yaradığını düşününün. Beyninizde uzun zamandır kapalı olan kapıları bir bir açın. Fren sizlere neyi çağrıştırıyor. Trafik canavarını mı? O zaman bu canavarı ortadan kaldıracak formüller düşünün. Hayata nasıl endeksleyebileceğiniz ve insanlara bu konuda neler anlatabileceğinizi hissedin. "His" demişken, kendi kendinize sorun. "Şu an ne hissediyorum?"
"Acaba jantın hemen içinde yer alan fren balatasını niçin seçtim? Hissettiğimi mi yaptım, yoksa yapmak istediğimi mi?" Hissettiğiniz hakkında ne hissettiğinizi düşünün.
Boş boş bakmayın sokaklara, bulunduğunuz ortama. Baktığınız bir arabanın jantının hemen içinde yer alan fren balatası olabilir. Onu hissedin ve ne işe yaradığını düşününün. Beyninizde uzun zamandır kapalı olan kapıları bir bir açın. Fren sizlere neyi çağrıştırıyor. Trafik canavarını mı? O zaman bu canavarı ortadan kaldıracak formüller düşünün. Hayata nasıl endeksleyebileceğiniz ve insanlara bu konuda neler anlatabileceğinizi hissedin. "His" demişken, kendi kendinize sorun. "Şu an ne hissediyorum?"
"Acaba jantın hemen içinde yer alan fren balatasını niçin seçtim? Hissettiğimi mi yaptım, yoksa yapmak istediğimi mi?" Hissettiğiniz hakkında ne hissettiğinizi düşünün.
Ve hesaba çekin kendinizi bir müddet sonra. "Neyim, kimim, niye
bunları düşünüyorum? Zamanımı neden boşa harcıyorum? Acaba bu yazı benim
zamanımı mı çalıyor?" diye bir düşünün.
Bu yazılanlardan sonra böyle bir şey hayatım boyunca yapmayacağım derseniz inanın ki kendinizi kandırırsınız.
Bu yazılanlardan sonra böyle bir şey hayatım boyunca yapmayacağım derseniz inanın ki kendinizi kandırırsınız.
Çünkü yaklaşık bir dakika kırkyedi saniye 60
salisedir sizin beyninizin sağ ve sol tarafları harekete geçmiş durumda! Ortada
bulunan zar da ortadan kalkarsa problem kalmayacaktır. Bu zar sağ beyninizle
sol beyniniz arasında geçişi engelliyor. Kısacası, düşünmezseniz ve yeni
fikirler ortaya koyamazsanız bu zar gittikçe kalınlaşıyor ve tabir-i caizse dut
yemiş bülbül gibi bakıyorsunuz Dünya'ya... Yaşama umudu kalmamış bir insan
emsali.
Şayet zaman bizler için değerliyse neden yürürken ıslık
çalıp da başımızı ağrıtıyoruz. Zaman görece bir kavramdır. Bazıları gözlerini
açıp kapayıncaya dek yıllar su gibi akıp giderken, yarının garantisini hangimiz
verebilir bize?
Artık fark edin artık bir şeyleri.
Kendinizi fark edin, ona göre hareket edin.
Kendinizi fark edin, ona göre hareket edin.
"Hayatta edindiğim en büyük bilgi şudur" diyor
Goethe; "Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse yardım
etmez..."
Az da olsa bugününüz yarınınızdan farklı olsun…
2 yorum:
"düşünmezseniz ve yeni fikirler ortaya koyamazsanız bu zar gittikçe kalınlaşıyor ve tabir-i caizse dut yemiş bülbül gibi bakıyorsunuz Dünya'ya... Yaşama umudu kalmamış bir insan emsali."Düşünen ve üreten beynine sağlık İrfan,yazını okurken birkaç yıl önce bir arkadaşımla televizyonun izleyiciye etkisi üzerine bir muhabbet ediyorduk ve arkadaşım;"televizyon izleye izleye artık gerçek hayat ile televizyonda izlediklerimizi bir tutar olduk,günlük hayatımızda da tepki vermemiz gereken iyi yada kötü olayları bile seyreder hale geldik"demişti ve benim de çok hoşuma gitmişti.Ve öyle zannediyorum ki gelecekde düşünen ve üreten beyin sahibi insanın sayısı tabir yerindeyse bir elin parmak sayısını geçemeyecek.Dershanede çalışıyorum bir çok öğrenci ve velisi ile muhatap oluyorum,karşılaştığım manzara pek iç açıcı değil buralarda...
Demek ki doğru bir noktaya dikkat çekmişiz. Yanlış anlaşılmasın, burada hayatın sırrını elde eden birisi olarak söylemiyorum tüm bunları. Bunlar tamamıyla aynı pencereden bakıp da bir türlü göremediğimiz o dünyaya ait düşünceler. Ayşe hanım, alâkanıza teşekkür ediyorum. Sağolunuz. Hep ümidimiz var, olmalı. Kaybetmeyelim ;)
Yorum Gönder